Craig Mammano, Katrina Kasırgası’nın ardından New Orleans’taki gönüllü yardım çalışmalarına katılan ve bu şehre aşık olup tarihi bir bölge olan North Villere’de ev alan oldschool bir fotoğrafçı.

Evini satın aldığı N. Villere esasında daha çok siyahi topluluğa ev sahipliği yapan bir bölge. Fakat Craig, sıradan Amerikalıların komşuluk ve insan ilişkilerindeki sentetikliği ile yaşamak yerine Katrina Kasırgası’ndan önce Amerika’nın suç oranı listesinde sürekli ilk ona oynayan bir şehrinin uyuşturucu satışı ve cinayetin en yoğun olduğu yerlerinden birisinde oturmayı ve siyahlarla yaşamayı tercih ediyor.

Daha önce hiç inşaat işi yapmamış. Fakat evi satın alırken getirdiği yapı müfettişlerinin verdikleri sağlam raporuna rağmen, satın aldıktan sonra kendi yaptığı küçük bir araştırma sonucunda,termitler tarafından her köşesi kemirilmiş 120 yaşındaki bu evin aslında sağlam bir tamirata ihtiyacı olduğunu üzülerek keşfetmiş. Diğer taraftan evin sadece dış cephe kaplamasını özel bir şirkete tamir ettirmenin bedelinin bile evi satın aldığı fiyatın 2 katına tekabül ettiğini öğrenmesi pek zaman almamış. Amerika’da herhangi bir konudaki işçilik çok pahalı. “O an bir cesaret ile, kolları sıvayıp bu işi kendi başıma çözmeliyim dedim ve bir yerinden başladım” diyor. Fakat bu sürecin tahmin ettiğinden çok daha uzun sürecek bir tamirat ve bakım süreci olacağının, kendisinin de evin dışı ve içinde yapılması gereken onlarca iş nedeni ile aslında düzenli bir hayata, -daha önemlisi karanlık odasına- kavuşmaktan çok uzakta olduğunun pek aklına gelmediğini -bir aydan fazla süren uğraş sonunda geldiği noktaya bakınca- kendisi de sohbetlerimiz esnasında itiraf ediyor.

Craig, aslında çok daha erken bitirilebilecek tamirat işleri için bu kadar vakit kaybetmiş olmasının en önemli nedenlerinden ikisinin yanında çalıştırdığı “Leo” ve “Hores” olduğunu inkâr etmiyor. “Çok konuşuyor ve çok yavaş iş yapıyorlar” diyor ve ekliyor, “ama onlar ile konuşmaktan o kadar çok keyif alıyorum ki, kimi zaman iş filan da pek umurumda olmuyor açıkçası. Leo ve Hores, insanları fotoğraflamayı ve onların hikayelerini anlatmayı amaç edinmiş birisi için gerçek iki hazine“. Öyle ki ne zaman Craig’i mesai saatleri dahilinde ziyaret etsem bu üçünü evin arkasında sigara tüttürüp sohbet ederken buluyorum. Kendileri de komik bir suçluluk duygusu ile beni görür görmez hemen toparlanıp işlerinin başına dönme telaşına giriyorlar (patronun aslında ben değil Craig olduğunu anlamaları biraz zaman alıyor, anladıklarında da dördümüz sohbet etmeye başlıyoruz).

Hores Jamaika’lı (aşağıdaki fotoğrafta sağ üst köşede). 3 çocuğu, tekrar evlenme teklif etmeyi planladığı bir eski karısı ve çok zor anlaşılan bir aksanı var. Uyuşturucu bağımlısı olduğu dönemlerde sürekli yer değiştirmek zorunda kalmış, Amerika’nın neredeyse tamamını bu sayede gezip görmüş. Çoğunlukla kafasında olan beresinin altından rasta saçları ortaya her çıktığında “İlk önce rasta vardı (ilk insanları, şampuanın ve yumuşatıcıların icad edilmediği zamanları kast ediyor), uzun ve rastalı saç olgunluğun ve saygınlığın sembolüdür” diyor. Hores’ın söylediğine göre saçları yıllar boyu kendi haline bıraktığında rasta oluyorlarmış zaten.. Benim de bir zamanlar saçlarımın uzun olduğunu ve hiç rasta olmadığını öğrendiğinde “kız gibi bakarsan saçlarına erkek gibi rasta olmasını nasıl beklersin?” diyecek kadar da radikal bir çizgiye sahip bu konuda.

Hores’ın geçmişi tam bir muamma, anlattığı tüm hikayelerde nereden baksanız hakkında hiç söz edilmeyen 15 yıllık bir boşluk var. New Orleans zaten böyle bir şehir, şaşırmıyorum. Katrina’dan sonra geçmişini hatırlamak istemeyen daha çok insanın ilk alternatifi olduğuna dair söylentiler var. Zaten Hores ve Leo da Katrina’nın ardından gelmişler bu şehre. Bu arada Hores ile ilgili diğer bir enteresan nokta da annesinin Çinli olması ve 4 kardeşten en siyahi olanının da kendisi olması. Diğer kardeşleri beyaz ve kendisine nazaran daha çekik gözlü imiş. En azından bu Hores’ın söylediği. Bazen öyle şeyler anlatıyor ki söylediklerinin ne kadarının doğru olduğunu kestirmek gerçekten çok güç.

Leo da en az Hores kadar renkli bir kişilik (aşağıdaki fotoğrafta sol alt köşede); onun geçmişindeki boşluk ise Hores’ınkinden çok daha derin. Belki de omuriliğinin hemen yanındaki kurşun izinden olsa gerek geriye dönmeyi pek sevmiyor. Doğal yollardan olmadığı belli olan gelişmiş, kaslı bir vücudu var; bu civarlarda bu vücutlar, hapishanede çok uzun yıllar kalan ve enerjisini vücut geliştirme ile boşaltan insanların ortak özelliği. Leo N. Villere üzerinde yaşayan bir hayat kadını ile beraber kalıyor, her sabah kahvaltısını New Orleans’ın en büyük otelinin açık büfesinden yapıyor. Craig “Leo ile ilgili en çok üzüldüğüm şey hem halâ yoğun şekilde uyuşturucu kullanıyor olduğunu hem de 53 yaşındaki 100 kiloluk bir çocuk için hiç bir şey yapamayacak olduğumu bilmem” diyor. Fakat onu işten atamayacak kadar da çok seviyor. Çünkü Leo’nun içinde bir yerlerde gerçekten “iyi” ve “duygusal” bir şeyler yaşıyor. Bir gün Leo’ya Internet’ten sipariş ettiğimiz iki kutu Eti Cin’i götürdüm hediye olarak. O kadar sevindi ki gözleri doldu. Gördüğünü tahmin ettiğim onca şeyin ardından o gözlerin halâ dolabiliyor olması, bence Leo ile ilgili mühim bir gösterge.

Leo ile Hores’ın pek iyi anlaştıkları söylenemez. Leo ilk geldiğinde Hores bir süre onun yüzüne dahi bakmamış. Birbirlerine alışmaları ve konuşmaya başlamaları biraz sürmüş, şimdi konuşuyorlar fakat kimi zaman aynen küçük çocuklar gibi tartışmaktan geri kalmıyorlar. Craig bu tartışmalar ile ilgili olarak, Leo üstündekileri çıkartıp Hores’ı düelloya davet etmediği sürece sorun olmadığını düşünüyor. Yandaki fotoğrafı çektikten hemen sonra ikisi arasında şöyle bir diyaloğun geçtiğine şahit oldum olay mahalinden uzaklaşırken:

Leo: Hey Hores, bu Turkey ne çekip duruyor, biliyor musun?

Hores: Bir bildiği vardır herhalde değil mi? Adam süper bir fotoğrafçı, herkes görebilir bunu değil mi? Bir bildiği vardır onun. Tabi.

Leo: Nereden biliyorsun? Nereden biliyorsun yani? Söyler misin Hores (Horse der gibi, sinirle söylüyor)? Turkey sana fotoğraflarını filan mı gösterdi?

Hores: “Turkey sana fotoğraflarını filan mı gösterdi?”. S**tir git Leo. Böyle bir yerde, bu toz toprağın içinde fotoğraf çekmeye çalışan birisi kesin öyledir. Süper olmalı. Fotoğraf hakkında ne biliyorsun ki Leo? Bu işlere hiç kafan basmıyor değil mi?

Leo: Hores sen bir maymunsun biliyor musun? Hores hey duydun mu?

Kendi aralarındaki tartışmalar genellikle bu seviyede olsa da arada bir ciddi tartışmalara ve kavgaya evrilebilecek noktaya gelme ihtimalleri olduğunu da çekinmeden gösteriyorlar. Özellikle mevzu din olduğunda, Tanrıya inanan fakat dinlerin hiç birisine inanmayan Hores ile kendisini “safkan bir katolik” olarak tanıtan Leo arasında şiddetli tartışmalar yaşanıyor. Özellikle Leo neredeyse her an yoğun bir uyuşturucu etkisinde olduğu için Hores’ın sorularına yeterince hızla yanıt veremiyor, mantıken tartışmayı kaybettiğini anladığında çeşitli küfürleri mütemadiyen tekrar edip Hores’ı sinirlendirmeye çalışmaya karar veriyor. Bazen işe yarıyor, bazen yaramıyor.

Craig’in tek hatasını yanında çalıştıracağı kişileri seçme konusunda yaptığını söylemek Leo ve Hores’a haksızlık olur.

Mesela Craig’in aldığı yanlış malzeme ile dış cepheyi kaplaması 2 gün, çaktıktan 1 gün sonra nem yüzünden şişen tahtalar bombe yaptığında onları çıkarmak da 3 gün sürmüş, toplamda 5 iş günü haybeye giderken üzerinde çivileri çakılı duran onca para evin arka bahçesine çürümeye terk edilmişti. Craig artık bu tip hatalarından pek de rahatsız olmadığını ima ediyor ve bir iki gün önce başından geçen bir olayı anlatıyor: “Geçen gün Hores ben tahta keserken yanıma geldi ve ‘neden tahta testeresi yerine metal testeresini kullanıyorsun? tahta testeresi ile kesersen daha hızlı olur, farkındasın değil mi?’ diye sordu.. Ben de ‘Neden kullanıyorum ha? Çünkü Hores, çünkü, ben bir fotoğrafçıyım, tamam mı? Senin için o ikisi arasında muazzam bir fark olabilir fakat bence dünyanın tüm testereleri aynı! Senin için Holga ile Leica arasında ne kadar fark varsa benim için de bu ikisi arasında o kadar fark var.’ dedim. Evet, ben bir fotoğrafçıyım ve elimden gelenin en iyisini yapıyorum“.

Ayrıca yine sadece bir fotoğrafçı olduğu için herhangi bir tamirata başlamadan önce ilk olarak çatıda bir sorun olup olmadığını kontrol etmiş olması gerektiğini çok geç öğreniyor, şimdi eğer çatıda bir sorun varsa tüm dış cephenin yeniden sökülmesi gerekecek.. Ben oradayken yukarı çıkıyor, aşağı indiğinde çatıda bir sorun olmadığını düşündüğünü söylüyor. Ardından dayanamayıp ben çıkıp bakıyorum, aşağı indiğimde “Evinin en sağlam ya da en sıcak yerinin neresi olduğunu soranlara, gönül rahatlığı ile çatıyı gösterebilirsin bence” diyorum..

Craig bazı günler bu işin olmayacağını, artık kesinlikle her şeyin rayından çıktığını, banka kredilerini geriye ödeyemeyeceğini ve yapılacak en iyi şeyin Dodge marka yeşil karavanları ile Meksika’ya kaçmak ve bir daha bu ülkeye dönmemek olacağını düşündüğünü söylerken, bazı günler her şeyi yoluna sokmak için neler yapılması gerektiğini hesaplamaya çalışan, notlar alıp küçük denklemler kuran ve en başından beri kafasında olgunlaştırdığı planlarının tünelin sonunda ışığı görmesine ne kadar kaldığını anlatan birisine dönüşüyor. Ciddi bir baskı altında bir taraftan, diğer taraftan hiç bir şeyi umursamamak istiyor. Craig çok akıllı ve çok cesur bir adam, gerçekten derin bir saygı duyuyorum.

Bununla beraber geriye dönüp, ulusal güreş takımının yetenekli sporcusu ve çalışkan bir öğrenci olduğu lise günlerinden bu günlere gelmiş olmasına vesile olan şeylere baktığında hisseder gibi olduğunu hissettiğim bir takım pişmanlıklarla başa çıkmak zaman zaman pek kolay olmuyor anladığım kadarı ile. Bana sık sık hem ciddi bir tatile hem de yeniden bir şeyler üretmeye ihtiyacı olduğunu, aksi taktirde kendisini kaybedebileceğinden korktuğunu söylüyor. Bence yeniden üretmeye başlarsa tatile de ihtiyacı kalmayacak.

Evin en az yıkık dökük ve en az tamirata ihtiyacı olan kısmı Craig’in eşi Pia tarafından dekore edilmiş vaziyette ve gündüzleri kullanılıyor. Bir kaç hafta önce duvar boyarken merdivenden düşüp kolunu kırmış olan Pia aynı zamanda Leo’nun Craig ile çalışmaya başlamasının sorumlusu. “Birisi bana laf atıyordu, arkamı döndüm, kocaman siyah bir adam görünce aklıma hemen ‘hey, çalışacak bir işe ihtiyacın var mı?’ demek geldi” diyor. Muhtemelen bu kadar iri bir adamın evde yapılan işleri hızlandıracağına inanmış, yanıldığının farkında ve bir miktar pişman. O da Craig’in sağlığı için bir an önce karanlık odasına kavuşmasını çok istiyor. “Craig içeri bir girer, 8-9 saat hiç çıkmaz. Bu arada çişini bile dışarı çıkıp konsantrasyonu bozulmasın diye orada yapar. Fakat onu bu kadar huzursuz şekilde dışarda görmektense karanlık odasına çabucak kavuşup içine girmesini tercih ederim, umarım her şey yoluna girecek” diyor.