Halloween’de dışardaydım. İnsanları izledim. Bazen Amerikalıların umutsuzca, eğlenmeye ve anlamlı bir şeyler yapmaya dair dinmeyen bir açlık hissettiklerini düşünüyorum bir süredir. Her tür etkinlik fırsatında sokaklara çıkıp birbirlerinin yüzüne boş boş bakmalarına, insanlarla olabilecek en yüzeysel konulardan konuşup bir hiç aramayacakları telefon numaralarını birbirlerine verdiklerine tanık olmak beni bir çok anlamda gerçekten üzüyor.

“Dünyanın bir sürü ülkesinde yıllardır dökülen kanların sorumlularını seçenler bu insanlar mı yani?” demekten kendimi alamıyorum. Bu insanların nasıl bu kadar yüzeysel, yalnız, mutsuz, tedirgin ve doyumsuz bir hale geldiğini ile ilgili tahminlerim var, fakat yine de net bir şekldie bilmiyorum. Siz de Amerika’nın son 50 yılını benim gibi kaçıranlardansanız üzülmeyin, bu geçişi anlamak için halâ bir şansımız var. Çünkü burada yapılan her şeyin bir tekrarı Türk medyası tarafından sırası ile icra ediliyor. Her neyse.

Bu memlekette insanlar birbirleri ile konuşmak ve iletişim halinde olmak için geçerli bir neden arıyorlar. Örneğin bir partide birilerinin diğerlerinin yanına gitmesi ve “merhaba” demesi çok normal. Ya da Halloween’de birisinin kostümünün ne kadar muhteşem olduğundan dem vurup onunla sohbet etmek, yine çok normal.

Bununla beraber geriye kalan “günlük yaşam” zamanlarında herkes o kadar tedirgin görünüyor ki, geçerli bir nedeniniz yoksa birisi ile konuşmaya çalışmanızın karşıdaki tarafından bir tehdit unsuru gibi algılanması işten bile değil. İnsanların sokakta birbirlerinin yarım metre ötesinden geçerken sessizce de olsa “excuse me” demesinin sebebinin “nezaket” ve “saygı” ile ilgili bir şeyler olduğunu düşünmüş olsam da şimdi kafamda bir şeyler yerine pek güzel oturuyor. Buraya geldiğimden beri herhangi bir Amerikalı ile yaptığım herhangi bir sohbeti, İstanbul’da tanıştığım taksicilerden herhangi birisi ile yaptığım ayaküstü sohbetlere dahi değişmem.

Aklıma geldi, bir keresinde bir taksici ile tartışırken konu şimdi nedenini tam olarak hatırlamadığım bir şekilde 35 ile 3’ün çarpımına gelip dayanmış ve taksici beni şu şekilde azarlamıştı:

(…)

– Sizin gibiler yüzünden 100 lirayı bile bir araya getiremiyoruz işte. İlla sıkışık yoldan götüreceksiniz beni.

– İyi de 100 lirayı geçiyor işte senin söylediğin şekilde hesaplayınca?

– Nasıl geçiyor be, nasıl geçiyor?

– E 35 ile 3’ü çarparsan 105 ediyor abi..

– 105 ediyor öyle mi?

– Evet?

– Sizin gibi mühendisler yüzünden bu ülke bu hale geliyor işte. Sen matematiği kimden öğrendiysen ona selam söyle!

– Haydaa..

(…)

Taksici amca -yaptığım alıntı kısmı da dahil olmak üzere- o tartışmada sonuna kadar haksızdı ve beni kızdırmayı başarmıştı. Fakat şimdi düşününce bu samimiyetin, bu cesaretin ve bu açıksözlülüğün bir nimet olduğuna ve kaybolmaması gerektiğine inanıyorum. Bir yerlerde adını koyamadığı bir sorun olduğunun farkında olan, iletişemeyen, doğal ve samimi olmayı unutmuş ve bu açığı kapatmak için türlü yapmacıklıklar ile herkesin birbirini kandırdığı bir tüketim toplumunu görünce insan bazı şeylerin kayboluşuna daha çok üzülüyor. Amerikalıların çok ciddi bir kısmı birilerinin daha fazla kazanması ve istediklerini daha pürüzsüz bir şekilde yapabilmesi için hazırlanması yıllar almış bir sera ortamına doğuyor, orada yaşıyor ve orada ölüyor. Burada üzülünecek ve hisse çıkarılacak bir şey var mı? Bilemiyorum.

Halloween akşamı dışarda geçirdiğim süre boyunca hiç bir bara girmedim. Sokakta neler olup bittiğini anlamaya, insanlar arasındaki iletişim sirkülasyonunu izlemeye çalıştım. İnsanları kategorize ederken aceleci olmayı hiç sevmem, fakat bir kaç tür insan vardı gözüme çarpan. Grup halinde gelmiş ve kendi aralarında eğlenenler, grup halinde gelmiş ve başkaları ile eğlenenler, grup halinde gelmiş ve “hani eğlenecektik hocam?” şeklinde ortalığı süzenler, kostüm giymeden gelmiş ve kostümleri ile eğlenen insanları sert yüz ifadeleri ile inceleyen Meksikalılar, ne kadar fotoğraf çekersem o kadar kârdır mantığı ile hareket eden turistler gibi Halloween stereotipleri arasında özellikle iki tanesi vardı ki, beni gerçekten etkiledi.

Amerikalılar her ne kadar kendilerine ait bir bayram da sansalar, Halloween’in kökeni milattan önce 5. yüzyıla, Kelt’lere kadar uzanıyor. O zamanlar insanlar yaz ayının bitişine denk gelen bu tarihlerde o sene ölmüş olan ruhların ortaya çıkıp kendilerine beden aradıklarına inanıyorlarmış (bu konuda ne kadar ciddilermiş bilmiyorum). Bu etkinliğin kapsamı ise, bedenlerinin ele geçirilmesine engel olmak isteyen insanların ruhları korkutmak ve eli boş döndürmek için kostümler giyerek ortada ürkünç şekilde dolaşmaları imiş. Böylece Halloween’in gerçek ruhları kendilerine hiç bir beden bulamadan geri dönerlermiş. İşte yukarıda beni etkilediğini söylediğim iki stereotipten birisini ‘gerçek halloween ruhları’na benzettim; bir ümitle gelen fakat eli boş dönen, bir açıdan bakınca durumuna üzülünebilecek “yalnızlar” analojisi ile… Ortamda azımsanmayacak sayıda, kostüm hazırlamış, onu giyip gelmiş ve olan biteni tek başına izleyen insan vardı. Bir şekilde içerde olmak isteyip, gereken hazırlığı yapıp, fakat vakit geldiğinde bir türlü cesaret edemeyen ve dışarda kalanın pişmanlığı ve dargınlığı ile izliyorlardı sanki etrafta olan biteni. Halloween’in gerçek ruhları… Açıkçası Halloween kafamda bu insanlar ile anlamını buldu.

Ve elbette tamamen ayrı bir dünyada yaşayan siyahlar. Gece boyunca bir kaç istisna dışında hiç kostüm giymiş olan siyaha rastlamamama rağmen her zamankinden daha kalabalık olmaları aslında bu eğlenceyi önemsediklerine dair bir işaretti benim için. “Bir şekilde sizi görmek, kendimizi göstermek istiyoruz fakat bu aptal şeyin bir parçası değiliz ve eğlenemeyecek kadar çok kızgınız tamam mı? Sizi affetmediğimizi hatırlatmak için geldik, bir arkadaşa bakıp çıkacağız!” bakışları ile caddelere teşrif etmiş siyahi gençlerin bir kısmı oradan oraya sanki acilen bir yere yetişmeleri gerekiyor ve tamamen mecburiyetten ötürü insanların eğlendiği bu sokaklardan geçiyormış gibi hareket ederken, bir kısmı da kızgın repçi/gang bakışları ile “diğer arkadaşlarımızı bekliyoruz, yoksa elbette bu aptal ortamda durmaya hiç niyetimiz yok” ifadeleri ile ortalığı süzüyordu.

Öte yandan Halloween’in benim için tek korkunç yanı yukarıda anlattıklarım değildi ve Halloween’de insanın korkulacak hiç bir şey ile karşılaşmayacağını sananlar aldanıyorlar.

* “Murder 1 Boys” isimli fotoğraf B. Duygu Özpolat tarafından çekildi.