Ara Güler ile ilgili aylar önce yazdığım yazı bir kez daha gündemde. Bu sefer baş rolde Gültekin Çizgen var. Yazdıklarını okuyunca bu kadar kıymetli bir fotoğrafçı nasıl oluyor da bu kadar sığ bir eleştiride bulunabiliyor anlamakta zorlandım.

Mevzu şu: ülkemizin övgüye mazhar nadir fotoğraf dergilerinden Gölge Fanzin son sayısını Ara Güler’e ayırmış. Düşünenler çok da harika yapmışlar bence. Ara Güler hakkında derledikleri bir çok yazının arasına benim yazdığım ve bu günlükte yayınladığım bir yazıyı da eklemişler, sağ olsunlar. Daha sonra Gültekin Çizgen benim aylar önce yazdığım -ve Gölge Fanzin’de yer aldığından haberdar olmadığım- eleştiri yazısını dergide okumuş ve yazımı eleştiren bir yazı yazmış. Bu yazı da bir diğer övgüye mazhar girişim olan Fotoritim isimli aylık derginin Temmuz 2008 sayısında “Ara Güler Üzerinden, Sözde Kahramanlık” adı ile yayınlamış. Ben de yazımın orijinaline gelen anonim bir yorum ile haberdar oldum, gittim okudum.

Öncelikle yöntem çok doğru. İnsanlar düşünceleri medya üzerinden aynen böyle tartışmalılar, günlükler, yorum boşlukları, dergiler bu yüzden varlar. Okurlar bir onu bir bunu okumalı, kendi fikirlerine sahip olmalı belki yenilerini üretmeliler, bu mevzularla ilgili toplumsal bilgi ve kültür seviyesi artmalı, hep beraber daha güzel günler görmeliyiz, vesaire. Gültekin Çizgen’e yöntem konusundaki isabetinden ötürü teşekkür ederim.

Fakat bizim ülkede, düşüncelerinin kıymetinden ziyade yaptıklarının bilinirliğinden cesaret alan insanların ortalarda ipe sapa gelmez, beş para etmez düşüncelerini paylaşmakta beis görmeyişleri de her seferinde yeni bir şeymiş gibi bende soğuk duş etkisi yaratıyor. Kimi zaman düşünceleri beş para edecekler de giriş ve gelişmede -üzerinize afiyet- sıçıp, sonuç olarak söylediklerinin kıymetini azaltıyorlar.

Hangi düşüncenin paylaşmaya değeceğini, hangisinin paylaşmaya değmeyeceğini sorup yolumuzu bulabileceğimiz tarafsız ve güvenilir bir kurum olmadığından ötürü her şeyi paylaşmaya devam edebiliriz, buna bir yere kadar tahammül etmek mümkün, fakat en azından “bir konuda sevmediği bir görüşe sahip olduğunu gördüğü birisinin kalan konularda da sevmediği gibi düşüneceğini” varsayan ve düşüncelerini bu varsayımlar ile temellendiren kişileri, kendileri adam olana kadar tatile gönderebilecek bir otorite olmayışı bence toplumumuzun kanayan yarası (hehe).

Gültekin Çizgen gibi yaşını başını almış, Türk fotoğraf camiası üzerinde olumlu-olumsuz kayda değer etkileri olmuş birisini burada çok fazla utandırmak istemiyorum. Kendisine şöyle bir yanıt verdim yazısı altında, zaten alabilecek olana bu bile fazla:

Yazıyı yayınladığım orijinal kaynağın altına gelen anonim bir yorum ile ulaştım bu yazıya. Böyle bir yazı içerisinde son derece gereksiz bulduğum “Şimdilerde falancayı sevmiyorum, falanı seviyorum tavrı çok moda. (Örneklersek: Atatürk sevilmiyor, Humeyni seviliyor.)” analojinizin üzerinde fazla durmayacağım; zira benim bu yazıyı yazışımın üzerinden aylar geçtikten sonra ortaya çıkan bu “moda” ile benim mantığımı ilişkilendirme cüreti gösterecek kadar duyarsız ve sığ birisi ile tartışmak gibi bir gayem olmadığını bilmenizi isterim.

Amacım şans eseri yolu buraya düşen kişilerin şunu bilmesi: Ben fotoğraf konusunda iddiası olmayan bir kişiyim; Ara Güler’in ne kadar kıymetli bir fotoğrafçı olduğunu da her fırsatta dile getiriyorum, bahsi geçen yazımda da üzerine basa basa yer verdiğim bir şeydir bu. Öte yandan Ara Güler’in düşünceleri hakkındaki düşüncelerim değişmiş değildir, fakat doğru derğerlendirme yapabilmek, kendi düşüncelerinizi üretebilmeniz adına yazının orjinalini de okumanızın önemli olduğunu düşünüyorum.

Fakat yine de iki nokta var ki es geçmek istemiyorum. Öncelikle Çizgen, hiddetinden olsa gerek, dergide yer alan ve Ara Güler’i el üstünde tutan binlerce kelimelik yazıların hiç birisini okumamış gibi dergiyi tek bir sivri eleştiriden çıkıp şu şekilde eleştirmiş:

Ara Güler’e “Gölge Fanzin”ce eğilmek, onu sadece “Oklamak”. (tabii bunu kibarca yazıyorum -b- harfini eksik bıraktım.) Bu yaklaşım sanat kültürü, fotoğraf kültürü sorunumuzu çözümlemiyor. Sadece “Yıkılsın putlar, yaşasın yeni putlar” stratejisinin bir devamı.

Her tür sese yer vermeye çalışmış bir dergiyi bu şekilde eleştirmek ne kadar yanlış. Bu nasıl bir “tek tarz düşünce” özlemidir anlamak güç. Çizgen yaşındaki bir kişiye “herhangi bir konudaki herhangi bir sorun değişik bakış açılarına ve görüşlere kulak verilmeden sağlıklı bir şekilde çözülmez” şeklinde bir hayat dersi vermek bana düşmez. Kendisi bu güne kadar böyle gelmiş, bundan sonrası için de bol şans dilerim. Bir çift lafım olan diğer sözleri de şunlar (yazıyı yazma sebebi ile ilgili söylüyor):

50 yıldır Türk fotoğraf kültürünün oluşumuna emeğimle, kalemimle katkıda bulunmuş biri olarak, durumdan vazife çıkarmak değil maksadım.

Kendisinin amacı hakikaten durumdan vazife çıkarmak olmasa idi, onca yazı arasından tek bir eleştiriyi seçip bu uzunlukta bir yazıyı kaleme almak yerine, birilerinin, özellikle de 50 yıldır Türk fotoğraf kültürünün oluşumuna emek vermiş birisi olarak kendisi gibi olanların durumdan vazife çıkarmasını bekleyen ve son günlerde -Çizgen’in neresinde yaşadığını pek bilmediğim- Türk fotoğraf kültürünü çalkalayan Erdal Kınacı’nın tutuklanması hadisesi hakkında bir şeyler yazar, okurlarını aydınlatırdı.

Durumdan vazife çıkarıp, bu ülkenin her büyük fotoğrafçısının yapması gereken şey yerine “durumdan vazife çıkarmıyor” olduğu koşulda makbul sayılabilecek güdük bir yazı yazmayı tercih etmiş olmanın utancı ile kendisini baş başa bırakıyorum.