Richard Sexton bir dönem fotoğraf baskısı ve karanlık oda teknikleri konusunda Ansel Adams’ın fotoğraflarının negatiflerine erişme ve baskılarını yapma yetkisine sahip tek kişi olmayı başaracak kadar ilerlemiş, sonra baskıdan ziyade fotoğraf tekniklerine önem vermeye başlamış ve fotoğrafçılığı ile de ön plana çıkmayı başarmış. 9 kitap yazarı, ukalâ, orta yaşın üzerinde, beyaz saçlı ve beyaz sakallı bir amca bu. Bendeniz, dün Richard Sexton’ın verdiği bir seminerde idim. Seminer de değil de, öyle bir toplaşma gibi bir şey idi, 10 kişi filan vardı toplamda.


Richard Sexton

Kendisi fotoğrafla üniversite yıllarında tanışmış. Önce sanat okuluna gitmiş, çok sıkılmış. “Bu ne be, fotoğraf hakkında konuşmaktan fotoğraf çekmeye vakitleri yok” diyerek ayrılmış. Baskı tekniklerini öğrenmiş, piyasada çalışmaya başlamış, alaylı bir fotoğraf insanı olarak kendisini yetiştirmiş. Zeki ve tuttuğunu koparan bir adam olduğu belli zaten. İlk kitabını 1978’de yayınlamış. Kendi çapında küçük icatlarla, küçük katkılarla Amerika fotoğraf tarihinde kendisine bir paragraf ayrılacağını şu ömür bitmeden garantilemiş.

Çok enteresan ve beni şaşırtan bir ayrıntı ise bu beyefendinin dijital teknikler kullanıyor olduğunu öğrenmemdi. Baskı konusunda çok engin bir bilgiye ve birikime sahip birisinin dijitale geçmesi… Bizim ülkede baskıdan bu adamın yarısı kadar anlamayan sidikli fotoğrafçıların dijital çekim ve düzenleme tekniklerine olan nefretlerini her fırsatta dile getirişlerine aşina olunca insan şaşırıyor tabi. Hoş Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’ndeki Aykan Özener hoca gibi insanlar da yok değil: baskı konusunda uzman, “bakın şu sıra dağları da ben yarattım gençler” kibiri ile caka satmadığı için yeni şeyler öğrenmekten gocunmayan, üşenmeyip çalışan, dolayısıyla avantajlarını gördükten sonra dijitale de fotoğraf yaşantısında yer verebilmeye başlayan… Çoğunluk öbür türlü diye Aykan hoca gibi progressive insanların olmadığını düşünmek de yanlış tabi, konusu açılmışken hepsine burada teşekkürler eder, saygılar sunarım. Neyse.

Richard Sexon dijitale geçmiş ama bu işi elindeki Mamiya kamerayı bırakıp Canon D-hedehöt alarak yapmamış elbette. Kendisi büyük format bir Ebony 45SU üzerine P20 dijital back konfigürasyonu ile çekiyor fotoğraflarını (neredeyse 20.000 dolarlık bir ekipman, kendi yazıcısında bastığı fotoğrafların kalitesi ise inanılmaz). Son kitabından olan şu fotoğrafın çok büyük bir baskısını yakından izleme şansı yakaladım, fotoğrafın baskısındaki ayrıntılar orta format olmayan bir filmli kamera ile yakalayabileceğiniz maksimum kalitenin çok üzerinde idi, çok hoşuma gitti, “aferin” dedim içimden (hehe):


Ascension © Richard Sexton, 2003 (from Terra Incognita)

Kendisi fotoğrafçı ile “yardım sever bir ilişki içerisinde olan” objeleri çekiyor :) Bir fotojurnalist değil yani. Daha çok mimari, landscape fotoğrafları çekiyor yoğun olarak. Bir kaç fotoğrafını gösterince sunumu esnasında, biraz da “Fotoğrafı Anlamak” belgesini hazırlarken okuduğum şeyler yüzünden belki de, nasıl bir fotoğrafçı olduğuna dair kafamda hemen bir şeyler canlandı. Yıkılmış evler, fırtına sonrası ağaçlar, terk edilmiş yatak odaları, bozulmaya başlamış mobilyalar, … Sexton belli ki “yıllanmış” şeyleri çekmeyi seviyordu. Çektiği fotoğraflarla izleyicisine, zamanın geçişi esnasında üst üste binen farklı katmanları fiziksel izlerinden takip edebileceği eserler ulaştırıyordu.. Bu aklıma gelince kalan fotoğraflarının neredeyse tamamını bu zeminde anlamlı bir yere koyabildim. Daha sonra kendisi şu fotoğrafı gösterip “bu fotoğrafı da benden başka kimse beğenmez, hiç satılmayan tek fotoğrafım budur” dedi:


Ribas Tomb © Richard Sexton, 2003

Çok şaşırdım, adamın yalnızlığına üzüldüm (sonra ekipmanı aklıma geldi, kızıp onun için üzülmekten vazgeçtim hemen). Oysa bana göre çok aşikar idi bu fotoğrafı neden çektiği. Bu fotoğrafta Sexton’ı etkileyen hikayeyi görmek marifet değildi pek bana göre. Ben fotoğrafa bakar bakmaz şunlar sıralandı aklımda:

1800’lü yıllarda New Orleans’a yerleşmiş bir aile.. Kim bilir nasıl bir hikaye Mariano Ribas’ı Fransız bir aile kurmaya muvaffak kılmış (Latin Amerikalı olduğu belli olan bir isim, aşağıda görünen isimler ise Pierre, Josephine).. 1800’lü yılların sonunda ölmüşler. Kim bilir kaç yıl sonra mezar taşları düşmüş parça parça olmuş. Kim bilir kim gelmiş, mezar taşı restorasyonundan anlamasa da elinden geldiğince mezar taşını bir araya getirmiş. Kim bilir ne kadar çabalamış ama yerine bir türlü takamamış.

Sunumun sonlarına doğru yeniden bu fotoğrafa döndüğünde benim yukarıda düşündüklerim çerçevesinde fakat elbette daha ayrıntılı ve edebi bir şekilde olayların tahmini gelişimini aktarıp bu zamanın farklı katmanlarının izlerini fotoğraf üzerinde gösterdi. İnsanlar ancak o zaman çok beğendiler fotoğrafı.. Nasıl oluyor da fotoğrafı bu kadar basit seviyede dahi analiz edemeyen kişiler fotoğraftan zevk alıyorlar, ben de bunu pek anlamıyorum. “Hayat ne tuhaf, vapurlar filan”…