Beni hayattan çamaşır yıkamak kadar bezdiren pek az şey var. Oturduğumuz apartmandaki kurutma makinesi bozuk olduğu için bu iş lojistik açıdan da keyifsiz bir hal alıyor; iş daha fazla ertelenemeyecek hale geldiğinde taa bilmemnerdeki çamaşır yıkama şeysine gidiyor, hayatımın bir kısmını yıkameren, kurutmeren, katlameren olarak geçiriyorum.

Normalde “merenbey, şu kadar eziyete ne kadar versek katlanırsınız?” diye sorsalar pazarlığa “toplam ne kadar paranız var?” sorusu ile başlayacak, sadrazam ayarında bir kişi olmama rağmen bu eziyete üstüne para vererek katlanıyor olduğumu da üzülerek belirtmek isterim.

Öyle Amerikan filmlerindeki gibi de olmuyor bu iş. Genç oğlan çamaşırhaneye gider, hayatının kadını iki makine ileride yaşam alanından elbiseleri yardımı ile topladığı pislikleri kanalizasyona göndermek üzeredir. Oğlan ile göz göze gelirler, olaylar gelişir “siz de mi şeyapıyordunuz, ne hoş sürpriz :) kikirt“. Hayır efendim, külliyen yalan. Gözüm kadınlarda filan değil ama böyle bir şey olsa en azından izlemesi keyifli olmaz mı. Olur. Zira etrafını dikkatle izleyen, başka insanların mutluluklarından mutlu olmayı bilen çok kişilikli bir insanımdır. Fakat çamaşırhaneler genellikle, böyle çiftler yerine benim gibi teknik yetersizlikler sebebi ile buraya düşmüş ve burnundan solumakta olan ve etraflarındaki insanları mümkün mertebe görmezden gelmek isteyen ve brownian motion rastlantısallığında oradan oraya geçişen abiler, ablalar, teyzeler ve amcalar ile dolu oluyor. Temizlik uğruna katlandıkları eziyet belli ki hepsinin içine oturmuş. Nasıl oturmasın!

Elbiselerini kirletmek ve yaşadığı yerde bu lükse sahip olmamak dışında neredeyse hiç bir ortak özelliği olmayan insanlar bir yere doluşunca yapılacak en anlamlı şey bir kedi misali makineler içerisinde dönüp duran çamaşırları seyretmek oluyor tabi. Kimsenin izlemediği bir kurutucudaki çamaşır kurur mu? Kuruyabilir. Denemek gerek. Fakat işi gücü bırakıp buraya kadar gelmişiz, şimdi şansa bırakmaya ne gerek var.

Her gidişimde yanıma okumak için bir makale alıyorum. Fakat o kadar sıkkın oluyorum ki okumak için gerekli konsantrasyonu bir türlü yakalayamıyorum. Üstüne her eve dönüşte makaleyi itina ile arabada unutuyorum. Halbuki makalenin suçu ne. O kadar bilim insanı saçını başını sen o makaleleri yazdırıp çamaşırhaneye götür diye ağartmadı merenefendi. Rahat bırak artık makaleleri. Sen de paşa paşa makineyi seyret, olacak iş değil.

Her şey tamam da işin benim için en sıkıcı tarafı şu soldaki yığını sağdakine dönüştürmek. Birileri bir ara insanlığı elbiselerin kırışık olmaması gerektiğine inandırmış. Bu tip gereksiz yükümlülüklerden bizi özgür kılacak liderlere ihtiyacımız var. Obama’yı buradan göreve çağırıyorum. Değişim değişim dedi, hani değişim? Yıl 2009 halâ çamaşır katlıyoruz. İki fotoğraf arası 20 dakika. Gel de sinirlenme. Entropi ile mücadele edip de kazanan bir şey gördünüz mü? Akıntıya karşı kürek çekmek bizimkisi.

İnsanlığın böyle geçici çözümlere ayıracak vakti yok artık. Çamaşır yıkıyoruz, gene kirleniyor. Semptomları tedavi ederek sorun çözülür mü? Obama’dan sonra bilim insanlarını da göreve davet ediyorum. Bırakın saçma sapan şeyler araştırmayı. Bakın gencecik insanlar çamaşırhanelerde heba oluyorlar. Ayıp.