Kazık kadar adam oldum, fakat çocukluk yıllarımın bir kaç yaz tatilini geçirdiğim Artvin’in Yusufeli’sindeki Barhal Köyü kadar özlediğim bir yer daha çıkmadı karşıma. Nüfus cüzdanımın arkasında da yazan bu köyü en son Amerika’ya gelmeden hemen önce, Doruk Fişek, Didem Kamoy ve Koray Löker ile Borçka Ticaret Meslek Lisesi ve Borçka Anadolu Meslek Lisesi’nde bir Pardus semineri vermek için hep beraber Artvin’e gittiğimizde yalnızca bir günlüğüne ziyaret edebilmiştim.

Meğer 10 yıl sonra bu kadar özlediği bir yeri sadece bir günlüğüne görmek insanın özlemini depreştirmekten başka işe yaramıyormuş, o gidişimde ben bunu gördüm sevgili okur. O bir günlük kısa ziyaretin ardından geçen iki yılı ise Barhal’a tekrar gittiğim günlerin hayalini kurarak geçirdim..

Ben Barhal’ı bir çocukluk aşkı sanırdım aslında. Fakat yirminci yüzyılın süregelen dinamiklerini öğrendikçe daha da somut bir şekilde sever oldum. Bu açıdan benim Barhal sevgim, Turgut Özben’in Selim Işık sevgisi gibi bir şey. Nasıl ki Turgut, Selim dışında kalan her şeyi daha iyi anladıkça daha bir derinden hisseder bir şeylerin yokluğunu, benimki de sanki öyle bir şey işte.

Eskiden Barhal’ı yakın arkadaşlarım dışında pek kimseye anlatmazdım. Birileri keşfeder filan diye korkardım. Ama şimdi bunları yazmaktan, sizlerin de Barhal’ı merak etmenizden, gidip görmeyi istemenizden, görüp bir daha dönmek istememenizden, sonra tutup oralara yerleşmenizden, sonra birilerinin sırf sizler artık burada değil de oradasınız diye orayı da buraya çevirmeye başlamasından korkmuyorum. Çünkü ne yazık ki zaten o birilerinin cebi biraz daha dolsun diye hayata geçirilen korkunç büyüklükteki baraj projeleri yüzünden, o yöre de insanoğlunun kavi imzası ile tanışmak üzere. Dolayısıyla çok üzülüyorum ama Barhal’ı ne kadar özlediğimi, ne kadar sevdiğimi yazmaktan korkmam için bir neden kalmamış durumda. Nasılsa çoğunuz gitmeyecek, gidenleriniz de pek uzun kalamayacak..

İki sene önceki ‘bir günlük’ ziyaretim ardından “seneye buradayım” diyerek ayrılmıştım Barhal’dan. Fakat Duygu‘nun katılacağı bir konferans sebebi ile İspanya’ya gitmemiz gerekince Barhal hayali başka bir bahara kalıyordu (İspanya şeysi de çok zevkli idi, o ayrı, hatta o günlerin yol hikayeleri de buradalarmıştı: 1, 2, 3, 4).

Bu seneki Barhal planı benzer bir şeye kurban gitmeyecek gibi görünüyor. Nitekim yolda başımıza bir işler gelmezse, Barhal yolculuğumuz yarın sabah Houston’dan kalkan bir uçak ile başlıyor! Türkiye’ye varınca da vakit kaybetmeden Artvin’e gideceğiz. İstanbul’a, Ankara’ya, İzmir’e bu kadar yaklaşıp da özlem gideremeyeceğimiz arkadaşlarımız, uzun süredir beklediğim beklediğim bu yolculuğun tek üzücü tarafı.. Fakat ilerde telafi ederiz diye umuyoruz.

Ailelerimize bile “bizi görmek istiyorsanız burada olacağız” resti çektik onları ziyaret edip vakit kaybetmemek için. Aynı şey arkadaşlarımız için de geçerli aslında. Bilmem anlatabildim mi ;)

Doruk, Didem ve Koray ile yaptığımız seyahatin ardından şöyle yazmışım:

Borçka semineri vesilesiyle çıktığımızı seyahat boyunca Ankara – Kırıkkale – Çorum – Tokat – Ordu – Giresun – Trabzon – Rize – Artvin – Erzurum – Erzincan – Sivas – Yozgat – Kırıkkale – Ankara patikasından geçtik. Tokat’ta -ayıptır söylemesi- Tokat Kebabı, Erzurum’da Cağ Kebabı, Artvin’de Kuymak, Barhal’da Civil ve Siron yedik. Hopa’ya kadar gelmişken Gürcistan sınırına gidip “biz içeriden anlayamadık, bir de dışarıdan bakalım bakalım” dedik, Artvin’in doğasını katleden utanç abidesi barajlar silsilesinin ilk adımı olan Borçka Barajına taş attık, Trabzon’da Serbülent Ünsal‘ı yanımıza katıp Sümela Manastırı‘na gittik, Tortum şelalesinin buharında ıslandık. Sarı Ahmet Oğlu Bekir Dede ile sohbet ettik. Keşke tek tek anlatmak mümkün olsa.. Yolculuk boyunca benim objektifime takılanların bir kısmını -ruhumun kalan kırıntılarını da Google’a satıp- buraya koydum.

Bu seyahatin fotoğraflarını ve hikayesini de elbette bir yerlere koyacağım..

20-25 gün sonra görüşmek üzere, esen kalınız.