Şimdi fotoğraf camiasında ve medyada adı sık sık anılmakta olan Mehmet Turgut’u ilk olarak 2004 yılında Fotokritik’e göndermeye başladığı fotoğraflar ile tanımıştım. Kendi halinde, portre fotoğrafları çekmekten hoşlanan, asi, yırtıcı, sıra dışı ifadeleri yakalamaktan keyif alan -ve çoğunlukla Photoshop başında fotoğrafların canına okuyan- birisi olarak yer etti aklımda.

Fakat Mehmet Turgut gerçekten çalışkan bir fotoğrafçı. Zira Photoshop ve stüdyo yeteneklerini geliştirmesi çok zaman almadı ve kısa bir zaman sonra ortaya insanları şaşırtacak görsel niteliklere sahip fotoğraflar çıkarmaya başladı. Soldaki fotoğraf 2004, sağdaki fotoğraf ise 2006 yılına ait bir çalışması. İkisi arasındaki fark gözden kaçırılacak bir fark değil:



© Mehmet Turgut


© Mehmet Turgut

Yukarıdaki paragrafta fotoğraflarının etkileyiciliğini “görsel nitelikler” ile sınırladığıma bakmayın. Mehmet Turgut’un belirli bir dönemde çektiği fotoğraflarda ümit verici kurgulara rastlamak, etkileyici kompozisyonlarla karşılaşmak mümkün idi.

Fakat bana sorarsanız bu ışık git gide azaldı, yerini klişelere bıraktı.

Okan Bayülgen’in aşağıdaki fotoğrafı ile çok mutlu olduğuna şüphem yok. Fakat Türkiye’nin meşhur simalarının bir anlamda görsel belgelendirmesi rolü kendisine biçilmiş olan Mehmet Turgut, onların olabilecek en sıradan, en klişe fotoğraflarını çekmekten daha iyisini de yapabilirdi bence.



© Mehmet Turgut

Yukarıdaki fotoğraf da, aşağıdaki fotoğraf da, burada yer vermediğim, ikisinden de daha ünlü bir fotoğraftan esinlenmiş fotoğraflar. Bence esinlenmekte etik olarak hiç bir bir problem yok. Fakat ticari işler yapan bir portre fotoğrafçısının kendisine olan saygısının ötesinde “çektiği kişiye” de karşı hissetmesi gereken bir sorumluluk olduğunu düşünüyorum.



© Sam Oshaver

Mehmet Turgut benim gözümde özgünlüğünü yitirmeye başladığında kendisini takip etmeyi bırakmıştım. Orada burada onun Türkiye’nin en iyi fotoğrafçısı olduğunu söyleyen fanboylara da kulaklarımı tıkadım. Biliyorum ki şimdi “ama Mehmet Turgut’u herkes çok seviyor, senin gibi üç-beş kıskanç da ürüyor böyle işte” diyenler çıkacak ve kalbimi çok kıracak (smiley), fakat ben kendimi Bernard Shaw’ın şu -çok üzücü, fakat bir o kadar isabetli- sözü ile rahatlatmaya kararlıyım:

“The minority is sometimes right; the majority always wrong.”

Bir süredir Mehmet Turgut’u unutmuştum, dün ise Bilir Kişi Raporu adlı günlükte rastladığım bir yazı Mehmet Turgut’un geçtiğimi süreçte pek de tatsız bir yola girdiğini gösterdi bana. Hemen Bilir Kişi’nin raporladığı mevzuyu buraya taşımak istiyorum evvela.

Aşağıdaki fotoğraflar W Magazine isimli derginin Ağustos 2009 sayısındaki Willis ailesi röportajından, fotoğrafçı Steven Klein:


Bruce Wills ve Karısı, W Magazine, Ağustos 2009

Aşağıdaki fotoğraflar ise OK! isimli Türkçe derginin Ağustos 2009 sayısındaki bilmemkimler ile röportajından, fotoğrafçı Mehmet Turgut:


Bilmemkim ve Bilmemkim, OK! Dergisi, Ağustos 2009

Mehmet Turgut’un kendisine verilen projeyi Ağustos ayındaki dergileri karıştırıp hoşuna giden bir tanesine göre yaptığını düşünmek istemiyorum. Çünkü bu düpedüz hırsızlık olurdu. Mehmet Turgut’u bu şekilde suçlamanın kimseye bir faydası dokunmayacak bir haksızlık olacağına kanaat getirdim. Mehmet Turgut esinlenmekte gocunacak bir şey olmadığı gerçeğinden faydalanan, son zamanlarında son derece klişe işler ortaya koyan ve popüler bir kitleyi hedef bellemiş bir fotoğrafçı, fakat bu, ticari bir işte bir başka fotoğrafçının kurgusunu çalacağı anlamına gelmiyor bence.

Benim bu konudaki güncel -ve daha iyimser- tahminim, OK! Dergisi’nin kendisinden hususi olarak W Magazine’de yer alan fotoğrafların benzerlerini çekmesini istediği ve onun da bu nedenle yukarıdaki fotoğrafları çektiği. Hoş bu Mehmet Turgut açısından bakınca ne kadar daha iyi bir alternatif, bilemiyorum fakat çok daha iyi olmadığı kesin.

Medya sektörünün kendi içerisindeki devinimi esnasında arada bir anaforlar oluşuyor. En hızlı onlar hareket edebildiği için, bu anaforların yarattığı boşlukları doldurmak piyasadaki en hafif, işine en az saygı gösterenlere nasip oluyor. Bunun benim aklıma gelen en güzel örneklerinden birisi, Acun Ilıcalı. Kendisi medya tarafından iyice ebleh hale getirilmiş, git gide daha kalitesizi, daha saçması ile tatmin olmaya alıştırılmış Türk halkının karşısına geçip bin bir türlü şebeklik yapmaktan imtina etmediği için bu gün Türkiye TV’lerinin belki de en çok bilinen -fakat aynı zamanda bir ihtimal tarihindeki en yeteneksiz- sunucularından bir tanesi (kendisinin bir nesil önündeki muadili ise Mehmet Ali Erbil mesela (fakat nasıl ki aynı çizgideki Halit Kıvanç ile Mehmet Ali Erbil aynı kefeye konulsa, yaptıkları işler, tarzları hesaba katılsa Halit Kıvanç şüphesiz ağır basar, Mehmet Ali Erbil ile Acun Ilıcalı aynı tartıya konulsa Erbil diğerinin yanında filozof kalır muhtemelen)). Çok yaşasın medyanın doğal seçilim kriterleri, bu konuda yapacak pek bir şey yok.

Mehmet Turgut’un Fotokritik’e fotoğraf gönderen ortalama fotoğrafçıdan Türkiye’nin en birinci, en meşhur fotoğrafçısına nasıl dönüştüğünü bilmiyorum, o kısmı kaçırdım ben; bir anafor oluşmuş belli ki o ara bu sektörde, Mehmet Turgut’u çekmiş içine. Fakat medyanın ters yöndeki doğal seçilim havuzunda Mehmet Turgut’un da boğulduğunu izlemek gerçekten üzücü.

Düşünüyorum, bir sanatçının başına toyken ünlü olmaktan daha talihsiz ne gelebilir bulamıyorum.

Naif bir şekilde Mehmet Turgut’un medyayı ve onun sığ beklentilerini boş verip özünü aramaya koyulmasını diliyorum.

___________________________________________________________

Bir gün sonra gelen ekleme: Adını vermek istemeyen bir okuyucudan gelen bir örneği daha paylaşmak istiyorum, fotoğraflardan ilki Annie Leibovitz‘e ait, ikincisi ise Mehmet Turgut’a ait:



© Annie Leibovitz


© Mehmet Turgut

Bu fotoğrafları eklememin sebebi gelen e-postalardan bir kaç tanesinde yalnızca bir örnekten yola çıkarak Mehmet Turgut’u linç etmeye çalıştığımın iddia edilmiş olması. Kendilerini hayal kırıklığına uğratmak ya da kafalarındaki Mehmet Turgut imajını yıkmak gibi bir amacım yok, fakat Mehmet Turgut’un yaptığı bir hatayı eleştiriyorum diye beni hatalı bulmaları karşısında da sessiz kalmak istemedim. Neyse.

Yazıda yeterince açık olduğunu sanıyordum, fakat kelime kelime yazmayınca insanlar görmek istemiyorlar: Mehmet Turgut’u linç etmek gibi bir gayem yok.

Neden?

Çünkü bu yazı Mehmet Turgut özelinde kaleme alınmış olsa da asıl problem Türkiye ve Türkiye insanını hak etmediği kalitesizlikteki içerikle besleyen aşağılık medya kuruluşlarının çarkı içerisinde kişiliğinden ödün veren, özünden uzaklaşan sanatçılar ile ilgili. Mehmet Turgut ve yaptığı işler bu tip eğilimlere ilk ve tek örnek mi? Değil.

Bu bize daha önce de yapıldı. Türk filmlerini hatırlayın. Türk sineması tarafından senaryosu -hatta zaman zaman görüntüleri bile- tamamen kopyalanan, tamamen aynısı çekilip karşımıza konulan kaç yabancı film sayılabilir, bir düşünün. Kimse Cüneyt Arkın’ın arkasından hırsız diye bağırdı mı? Hayır. Bağırmalı mıydı? Hayır. Mehmet Turgut’u linç etsek bu problem çözülür mü? Hayır, çözülmez. Mehmet Turgut’un da bir anlamda “mağdur” olduğunu dahi düşünüyorum aslına bakarsanız.

Fakat birileri fark ettiğinde bunları dile getirmeli ki, birileri utansın, yapmaya kalkışacaklar ise iki kere düşünsün.