Haiti depreminin ardından medyanın bu olayı ele alışına dair o kadar çok şey birikti ki kafamda bu konudaki düşüncelerimi yazmak ve bu mevzuyu kendimce bağlamak istedim. Yazı rahatsız edici iki adet fotoğraf içeriyor, baştan uyarayım.


© Roberto Bear Guerra (bu çalışmanın da içinde olduğu video haber yazının sonunda)

Susan Sontag, yaşadığı en korkunç görsel deneyimin 12 yaşında iken Nazi kamplarında öldürülmüş ve toplu mezarlara doldurulmakta olan insanların fotoğraflarını görmek olduğunu söylüyordu bir yerde. Bir röportajında mevzu bundan açıldığı zaman tanık olduğu görüntülerin ardından yaşadığı kişisel deneyimi “bir şeyler öldü, bir şeyler ise halâ ağlıyor” sözleri ile niteliyordu. Sontag’dan bu mevzu ile ilgili düşüncelerine dair bir alıntı:

Acı çekmek bir şey. Acının, bilinç oluşturacağı, merhameti güçlendireceği garanti olmayan fotoğrafları ile yaşamak ise bambaşka bir şey. Bu, bilinci ve merhameti güçlendirmediği gibi yozlaştırabilir bile.

Fotojurnalizm’in savaşları, felaketleri, trajedileri hiç haberi olmayanlara ulaştırma konusunda ne kadar mühim bir boşluğu doldurduğu aşikâr. Yaşamlarını tehlikeye atarak Vietnam’daki, Bosna’daki, Felluce’cedeki, Gazze’deki, Lübnan’daki, Rwanda’daki, Somali’deki, Şili’deki, Arjantin’deki ve daha aklıma gelmeyen kimi onlarcasındaki trajedileri bizlere ulaştıran fotoğrafçıları düşündükçe saygı ile doluyorum. Fakat son zamanlarda medyanın her felaketin ardından büyük bir acele içerisinde parçalanmış insan cesetlerinin, kan revan içindeki bedenlerin, korkudan ne yapacağını bilemez haldeki trajedi kurbanlarının fotoğraflarını galerilere doldurmaktaki çevikliği Sontag’ın “fotoğrafın duyarsızlaştırıcı etkisi” ile ilgili eleştirilerinin ne kadar isabetli olduğunu düşündürüyor bana.

Parçalanmış insanlara tahammülümüz eskisine nazaran daha fazla belki de. Hatta tahammülden ziyade ortada bir talep olduğundan bahsetmek bile mümkün olabilir belki.

Arza dair bir örnek verebilmek için Hürriyet Gazetesi’nin web sayfasına gidip Haiti depremine ilişkin haberleri aradım. Haberler içerisindeki foto galerilerin isimlerinden örnekler şöyle (aynen kopyalayıp yapıştırıyorum, büyük harfler Hürriyet’e ait):

  • YERLE BİR OLAN ÜLKEDEN İLK FOTOĞRAFLAR
  • CESETLERLE YOLLARI KAPATTILAR – FOTO GALERİ
  • YAĞMACI SOKAKTA LİNÇ EDİLEREK ÖLDÜRÜLDÜ – FOTO GALERİ
  • CESETLER YOLLARDA KALDI – FOTO GALERİ
  • SOKAKLAR CESET YIĞINLARIYLA DOLDU – FOTO GALERİ
  • HALK YARDIMLAR İÇİN BİRBİRİNE GİRDİ – FOTO GALERİ
  • ÇADIRLARDA YAŞANAN CAN PAZARI – FOTO GALERİ (“Depremden kurtuldular tecavüzden kurtulamadılar” başlıklı haberin altında, içi çadırlara yerleştirilmiş Haitililer ile dolu olan bir galeri).

Her foto galeri, korkunç fotoğraflar ve o fotoğraflara eşlik eden reklamlar ile dolu. Bir sonraki fotoğrafı sayfayı yenilemeden göstermek için milyon tane web teknolojisi olmasına rağmen her fotoğrafta sayfa en baştan yükleniyor. Maksat reklam gösterim sayıları artsın… Haiti depremzedelerinin acıları fotoğrafa, fotoğraflar Hürriyet’in galerilerine. Keşke her gün deprem olsa, gazeteler ihya olur.

Tüm haysiyetsizliği bir kenara, insanların vahşet görmeye olan açlıklarından beslenmeyi kendine yol bellemiş tek medya kuruluşu Hürriyet değil.

Haitili bir fotoğrafçı olan ve depremden sonraki ilk fotoğrafları çekip bunlari basın-yayın organlarına ilk ulaştıran fotoğrafçı Daniel Morel, daha bu gün okuduğum bir röportajında geciken yardımlara dair serzenişlerin bir türlü dünya basınında yer almadığından dert yanarken bu tür problemleri gündeme getirmek yerine başka işler peşinde koşan medyadan yakınıyordu:

Burada insanlarla oynuyorlar. CNN insanlarla oynuyor. Anederson Cooper insanlarla oynuyor. İnsanların hayatları ile şov yapıyorlar. Hastaneye gittim. Oradaydılar. İnsanlar bana dert yanıyor. Televizyon insanların sesi olmalı. Onlar burada bunu yapmıyorlar. Şov yapıyorlar burada. Bu hikayeleri ciddiye almıyorlar. Neden bilmiyorum. Her gün sokağa çıkıyorum ve insanlar bana dert yanıyor.

Medya insanlarla ve onların acıları ile oynuyor. Birisinin acısını alıp diğerine malzeme yaparken arada komisyonunu alıyor.

Bu fotoğraflar neden bu kadar ciddi miktarlarda yayınlanıyor? Bunun altında bir iyi niyetin var olduğundan söz etmek mümkün olabilir mi? 200.000 kişinin öldüğünü bildiğimiz bir trajediyi anlamak için bu fotoğraflara gerçekten ihtiyacımız var mı? Merhamet ve yardımseverlik duygularını ateşlesin diye mi bu fotoğraflar bu kadar ısrarla sergileniyor? Ben bunlara yanıt vermekte zorlanıyorum.

İşin hikaye kısmının eziyet ve teferruattan ibaret olduğu porno filmlerde apar topar sadede gelinmesi gibi, hikayeleri boş verip cesetleri, acı çeken insanları görmek istiyoruz (bu yüzden ödevini iyi yapan Hürriyet gazetesi galeri linklerini sayfanın sonuna değil başına koyuyor mesela). Nasıl ki porno filmler, içlerinde kimsenin bilmediği bir şey olmamasına rağmen izleniyorlar, ölmüş insanların fotoğrafları, acı çeken insanlar da benzer bir şekilde izleniyor.

En mahrem sayılabilecek ve aslında insanları en az ilgilendirmesi gereken bu görüntüleri konvansiyonel “porno”dan ayıran tek şey, porno filmlerin, filmlerde rol alanların icazeti ile her yerde sergileniyor olması olabilir. Bu bağlamda trajedi pornosu ve onun üzerinden para kazanmak serbest iken konvansiyonel porno neden yasak, anlamak güç. Toplumun gelenekler, ahlâk kuralları adını verdiği ve her fırsatta dayattığı ezberden saçmalıklar… Sakın ha yarın bir gün bana bunlarla gelmeyin :(

***

Batı kültürü olan biten her şeyi stereotiplere uydurup, üstüne de sembol haline gelmiş olan bir görsel öge yapıştırmayı, olan biteni bu şekilde istiflemeyi pek seviyor (belki bu medeniyet ya da post-modernizm ışığında evrilen toplumun aşması normal basamaklardan birisidir, belki sosyolojinin, semiyolojinin buna çok net birer yanıtı vardır, bilemiyorum). Eğer hatırlayacak olursanız İran’da sokak ortasında vurulan, kameralar önünde ağzından burnundan kanlar gelerek ölen Neda isimli bir kız vardı. Bir anda İran seçimleri ardından çıkan olayların görsel sembolü halini alıvermişti. Stencil’leri, çıkartmaları, Facebook’ta, Twitter’da profil fotoğrafları… Şimdi çok kişi vardır “İran seçimleri” deyince aklına gelen tek şeyin zavallı Neda olduğu. Halbuki İran seçimlerine dair, olayların tırmanmasının sebeplerine dair, dünyanın geri kalanının bütün bu olaylar karşısındaki tutumuna dair hatılanması en az gerekli olan şey Neda olabilir…

Fabienne Cherisma’nın da (aşağıdaki fotoğraflar) Neda’nın Haiti’de depremin ardından çıkan tatsızlıkları sembolize eden bir kan kardeşi olması an meselesi olabilir. Birçok yerde rastladım bu fotoğrafa. Kendisi yıkılmış iş yerlerinden bir şeyler kapmaya çalışan kalabalığın içinde polis tarafından vurulmuş 15 yaşında bir genç, şans eseri olay mahallinde fotoğrafçılar da varmış, Fabienne’in babası cesedi kucaklayıp götürene kadar fotoğraflarını çekmişler:

Dediğim gibi, bu fotoğrafı daha önce de görmüştüm, fakat bu gün severek takip ettiğim günlüklerden birisinin yazarı olan Pete Brook‘un iki farklı fotoğrafçı tarafından kısa bir süre içerisinde çekilmiş olan bu iki fotoğraftaki farka dikkat çektiği bir yazısına rastladım. Dikkat ederseniz ikinci fotoğrafta* Fabienne’in vücudu çevrilmiş. Belli ki birilerinin gönlü o çiçekli tablonun görünmemesine razı olmamış..

Bu manipülasyon fotojurnalizm adı altında yapılan şeyin ne kadar alçalabileceğine dair çok tatsız bir diğer örnek oldu benim için.

Bir fotoğrafçı böyle bir şeyi neden yapsın ki?” diyenlere Ara Güler’in yaptığı ve kendi ağzından anlattığı bir olay yeri manipülasyonu hikayesini hatırlatmak isterim, sorunuzun yanıtı da Ara Güler’in o yazıda geçen cümlelerinde gizli

Roberto Capa yaşıyor olsa idi hepsini çata çuta dövmez miydi? Döverdi.

Medya her şeye muktedir değilse nedir. Çok ürkütücü.

***

Tüm bunlar olurken Bear Guerra ve Ruxandra Guidi‘nin Haiti’nin sosyo-ekonomik problemleri üzerine depremden önce hazırladıkları bir belgesel çalışmaları çıktı karşıma.

Video Haiti’deki hayata dair çarpıcı fotoğraflarla aslında depremden önce de bir afet içinde yaşamakta olan Haiti’yi göstermenin yanında Haiti’nin deprem sonrasında toparlanmasının neden neredeyse imkânsız olduğunu da gösteriyor:

Aslında ödevini yapmayan fotojurnalizm değildi belli ki.. Tıkanıklık başka bir yerdeydi..



  • Küçük bir not: Yazıya gelen yorumlardan birisinde birinci fotoğrafın ikinci, ikinci fotoğrafın ise ilk çekilen fotoğraf olduğu söylenmiş. Ben de başta öyle sanmıştım, fakat kan izlerine bakınca ikinci fotoğrafın birinci fotoğraftan önce çekilmiş olmasının imkansız olduğu anlaşılabilir.