İnsanlar New Orleans’ta Mardi Gras’yı kutlarken biz Duygu ile atlayıp Florida’nın Gainesville isimli şehrine, sevgili Meryem, Hüseyin ve Arpat kişileri ile buluşmaya gittik. O kadar iyi yapmışız ki, o kadar olur.

Nedense Florida’ya giderken her tarafın bikinili kızlar, yağız delikanlılar ile dolu olacağını sanmış idim. Kavurucu güneşin altında Ray-Ban gözlükleri ve patenleri ile yollarda salına salına ilerleyeceklerini, yanımdan geçerken fotoğraf makineme filan bakıp iç geçireceklerini, benimse o sırada sanki başka bir yere bakıyormuş gibi yapacağımı filan hayal ediyordum (küçükken de en büyük hayalim 20 yaşında olmaktı, yıllar geçti, halâ nerede işe yaramayan bir şey varsa onları hayal ediyorum). Fakat bu bikinili ve yağız kardeşlerimizin genellikle Miami taraflarında kümelendiklerini, bizim gittiğimiz Gainesville’in ise Florida’nın kuzeyinde taraflarında bir öğrenci şehri olduğunu anladığımda hayallerim suya düştü… Bunu şimdiden söylemiş olayım istedim ki sizleri “bikinili resimleri için tıklayın” taktiği ile kandırmış olmayayım. Bikinili resim yok arkadaşlar.

Öte yandan doğal müthişliklere yakınlığı ile Gainesville, çok kısa bir süre içerisinde gönlüm(üz)de taht kurmayı başaracak, bana hayal kırıklığımı unutturacaktı (Gainesville’e kuş bakışı bakınca gölleri/bataklıkları, yeşil milli park alanları hemen göze çarpıyor).

Mesela Gainesville’de geçirdiğimiz günlerden birisinde, çok sevdiğim doğa fotoğrafçılarından John Moran’ın en bilinen eserlerinden birisi olan “The Night has a Thousand Eyes” isimli fotoğrafı çektiği yerin de içinde olduğu Paynes Prairie isimli milli parka gittik. Burası bildiğiniz bataklık; fakat harika bir yer. İçine girdiğinizde çok fazla bozulmamış bir doğanın içerisinde olduğunuzu hissediyorsunuz (onlarca timsah, envayı çeşit kuş, uzaktan da olsa birkaç yaban atı, bir adet tavşan ve bir de yılan gördük mesela). Ben o gün pek fazla bir şey çekemedim. Fakat Arpat şuraya çıkıp:

Bataklığın genel görünümü hakkında size fikir vereceğini tahmin ettiğim aşağıdaki leziz panoramayı çekti (kendisi 26 fotoğraftan birleştirmiş bunu):

</p>

© Arpat Özgül</td> </tr> </tbody> </table>

Yukarıdaki fotoğrafta Duygu’nun olduğu yolda yürürken sağınızda solunuzda timsahlar görüyorsunuz. Bir ara, sahip olduğum en uzun odak uzaklığı 70mm olduğu için timsaha -timsahın kendisini de dahil olmak üzere- herkesi korkutacak kadar yaklaşmak zorunda kalarak şu fotoğrafı da çektim ama (çok aferim Meren. teşekkür ederim. hepsi sizler için):

Bir diğer gün ise bataklık ziyaretini kano ile yapacağımız küçük bir dereye gittik. Orada çok çok güzel ve çok çok inanılmaz bir şey oldu ve suda bir Manati gördük. Fakat yanımda sadece 50mm lensim olduğu için fotoğrafını çekemedim. Fakat Duygu’nun Manati ile ilgili yazdığı yazıyı okursanız hem fotoğraflarını görebilir hem de Arpat’ın çektiği kısa videodan ne süper bir hayvan olduğunu hissedebilirsiniz.

İlk kez bu kadar yoğun bir bataklık deneyimi yaşamış olduğum için seviniyorum. Bu yöreleri şu arkada görünen ağaçlardan sarkan bitkileri çekmeden terk edeceğim diye çok korkuyordum, bu gezide o korku tarihe karıştı:

Bu arada bazen fotoğrafı daha çekmeden önce görüyor ya hani insan, çok seviyorum o hissi. Özellikle prime (sabit odak uzunluklu) lenslerde daha sık oluyor bu bana. Prime lensler ile nispeten daha az parametre olduğu için fotoğraf makinesinin görüşü ile insanın görüşü daha hızlı senkronize olabiliyor filan olacak ki prime lensler ile çalışmanın sunduğu rahatlıklardan bahseden bir çok fotoğrafçı görmek mümkün (ben de onlardan birisiyim).

Mesela aşağıdaki fotoğrafa daha vizörden baktığım, ışık ölçümünü yapıp deklanşöre basmaya hazırlandığım sırada onu çok seveceğimi biliyordum. O anlık duygu, fotoğrafın insana yaşattığı türlü heyecanlardan bir diğeri… Bununla beraber o anda ortama benim heyecanıma tezat bir huzur ve sükunet hakimdi: