Geçenlerde yine bir evlilik merasimini fotoğraflıyordum. Scott gelin, nedime ve saz arkadaşlarının hazırlıkları ile ilgilenirken bana da damat, sağdıç ve saz arkadaşları düştü. Gelin ve damadın evlilik günü kiliseden önce birbirlerini görmelerinin uğursuzluk getirdiğine inanıldığı için gelin ve damat çoğunlukla ayrı ayrı yerlerde hazırlanıyorlar.

Damat giller pek leziz bir evde oturuyorlardı. Kiliseden sonraki resepsiyon için de evlerinin bahçelerini kullanmaya karar vermişlerdi. Bahçedeki çadırın açıklaması o. Amerikan bayrağının yanındaki bayrak da New Orleans’ın Amerikan Fisbal takımı olan Saints’e ait. Hatırlayacağınız gibi Saints, bu sene Amerikan Turkcell süper fisbal ligini duman ederek birincilik telini evine götürmeye hak kazanmıştı. O yüzden dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı şampiyın Saints diyor ve bu bayrakları her evde görmeyi yadırgamıyoruz.

Orada geçirdiğim süre boyunca damadın babasının bir maestro edası ile bir içeri bir dışarı çıkıp her şeyin yolunda olduğunu garanti etmeye çalışmasını izledim. Her şey gerçekten kontrolü altında idi. Ben de bir süre ne yapacağımı bilemeyip onun peşinden dolaştım.

Köpekleri de benim gibi ne yapacağını bilemiyor olacak bir süre benim peşimden dolaştı.

Bu merasimi en çok eldivenleri ile hatırlayacak olabilirim. Her merasimde nedime ve sağdıç daha önceden gelin ve damat tarafından belirlenen elbiseleri giyiyorlar. Bu sefer birileri menüye eldivenleri de eklemişti belli ki. Sağdıç ve dadaşlar sürekli bu eldivenleri takıyor, daha sonra dayanamayıp çıkarıyorlardı. Havaya, eldivensiz huzursuz_,_ eldivenlerle ise rahatsız hissetmenin ikilemi hakimdi dostlar. Evet. Hava kurşun gibi ağır. Ben diyorum ki ona: takayım şu eldiveni layığıyla. O diyor ki bana: takarsan kül olursun, yana yana. Eh ama. Sen takmazsan … ben takmazsam … aah ah.

İlk kez bir düğün pastasının hazırlanışına şahit oldum. Bu pastaların en büyük problemi çok güzel görünüp lezzet bağlamında görüntüyü dengeleyecek kadar sofistike olmamaları. Bu bağlamda güzellik yarışmalarına katılan kızlar ile düğün pastaları arasında bir korelasyon olduğunu düşünüyorum. İkisinden de beklenmesi gereken şeylerin bir sınırı var.

Pastanın epesinde muhteşem figürler varmış meğersem. İsveçli olsaymış olurmuş kişisinin son dokunuşları esnasında fark ettim. “Yenir mi bunlar apla?” diye sorasım geldi. Sonra çok akıllı bir insan olduğum için vazgeçtim (aynı şeyi çiçekler için sormak da aklıma gelmişti, ondan da vazgeçmiştim (siz o akıllıyı kafadan 2 ile çarpın yani)).

Aşağıdaki fotoğrafta baba, elindeki listeyi kontrol ediyor. Düğün merasimleri öncesinde elinde arada bir göz atılması gereken bir kağıt ile gezen insan sayısında patlama yaşandığına inanıyorum. Kimi mikrofon kendisine geçtiği zaman ne söyleyeceğini, bir diğeri nelerin kontrol edilmesi gerektiğini okuyor elindekinden. Öyle ki ben elimde bir liste olmadığı için kendimi ziyadesiyle küçük hissediyorum mesela…  Asırlar sonra Gladyatör isimli bir Hollywood filminde oğlu tarafından boğularak öldürülecek olan sevimli ihtiyar Marcus Aurelius, bir yaverini ne zaman birileri ona iltifat ederse hemen kulağına eğilip “sen yalnızca bir insansın, yalnızca bir insan (‘you’re just a man, just a man’)” demekle görevlendirmiş. Kendisini gereğinden fazla büyük görmemesi, aslında ne olduğunu unutmaması için. 2010 yılında benim için bunun karşılığı düğün merasimleri öncesi elimde bir liste olmadan dolaşmak işte. En nihayetinde ben de sadece bir insanım. Marcus Aurelius kına yaksın.

İşte bir liste daha. Tam bu esnada bahçıvan teyze nedime ve saz arkadaşlarının elinde tutacakları çiçekleri hazırlamış, fakat bu işi yanlış evde yaptığını ise yeni fark etmişti. Çünkü kiliseden önce gelin ve arkadaşlarına ulaşması gereken çiçekler bir şekilde erkeklerin olduğu evde hazırlanmıştı. Fani şeyler işte. Bir koşuşturmaca, bir ciddiyet.

Aşağıdaki fotoğrafı çok seviyorum. Michael burada hızla yoğunlaşmakta olan kara bulutlara ihtiyatla bakıyor. Birkaç saat sonra da yağmur yağdı zaten. Kilisedeki merasim bitip de resepsiyon için eve geri döndüğümüzde resepsiyonu açık havada yapmayı düşünmek yerine masrafa girip çadır altında yapmanın ne kadar yerinde bir karar olduğunu düşündüğümü hatırlıyorum.

Evlilik merasimi için kiliseye gittiğimizde Scott halâ kızlarla beraber (çünkü onlar halâ hazırlanıyorlar ;)). Ben ise ortalığı şöyle bir kolaçan ediyorum. Bu sefer kilisenin pek bir numarası yokmuş merenbey. Evet, sormayın efendimiz. Ne zaman bir kiliseye girsem aklıma iki yıl önceki Avrupa macerasının Fransa ayağında yolumuza çıkan Avignon isimli şehirdeki 11. yüzyıldan kalma kilise geliyor (1, 2, 3, 4). Buralarda yok öyle eski şeyler. Ben eski şeyleri seviyorum. Eski güzeldir.

Bu sırada baba yine boş durmuyor ve davetiyeleri düzenliyor.

Oğlanlar ise kilisenin içerisinde kendilerine ayrılan bir odada merasim saatinin gelmesini bekliyorlar. Eldivenler yine kafaları karıştırıyor.

Sonra vakit geliyor. Damat, sağdıç, nedime, davetliler salondaki yerlerini alıyorlar. Baba, kızını yeni eşine teslim etmek için koluna giriyor.

Sonrası ise malum.