Duygu iki hafta kadar önce bilimsel bir konferansta arz-ı endam eylemek, ardından da biraz dolaşmak üzere Fransa’ya gitti. Kendisinin epey evvelden planlamış olduğu bu yolculuksebebiyle yalnız geçireceğim iki hafta boyunca yapacağım çılgın partilerin düşüncesi bile beni, nasıl söylesem, delicesine heyecanlandırıyordu (“kak hanım kak, adam soyunmaya başladı“).

Duygu’nun gidişi ile, kısa bir süreliğine dahi olsa istediğim gibi yaşayacak, canım ne istiyorsa onu yapacaktım. Bekârlık günlerimi yad etmek benim de hakkımdı. Duygu’yu uçağa bindirdiğim gibi çılgın partilerim start aldı. Sizi özendirmek istemiyorum ama örnek vermek açısından bahsetmek zorundayım, kıskanacak olanlar bu paragrafı hemen atlayabilirler: ilk gecenin teması üç kutu diet kola içip tost ekmeği arası pilav yemek ve saat sabah 4’e kadar bilgisayar başında oturup yatarken de klimayı açık unutmak idi (kıskanabilirsiniz diye uyarmıştım). İkinci gecenin teması her seferinde nefis film izlemenin bir mecburiyet olmadığı gerçeğini anmak ve yüceltmek adına üçüncü sınıf bir Hollywood filmi eşliğinde bir kutu çikolatalı dondurma yeyip üstüne de içebildiğim kadar portakal suyu içmek idi… O gece o kadar çok içmişim ki yatağı zor buldum inanın. Sabah da korkunç bir baş ağrısı ile uyandım tabi; içenleriniz bilir. Fakat partiler böyledir işte arkadaşlar; deliler gibi eğlenir sonra da bunun bedelini ödersiniz (deliler gibi eğlenip sonra da kimsenin bedel ödemediği partiler de vardır elbette (o tür partiler halk arasında siyasi parti olarak da anılırlar), eğer kendime göre bir tanesini bulabilirsem öyle bir partide eğlenmek de isteyebilirim). Neyse. Anlayacağınız duygu gittiğinden beri bu şekilde özgürlüğümün tadını çıkarıyorum. Lab’dakiler müthiş yaşantımı kıskanıyor olacaklar ki her gün bana Duygu’nun ne zaman döneceğini soruyor, sonra da “bak bir şeye ihtiyacın olursa lütfen çekinme” filan diyerek onları da partilerime davet eder miyim diye ağzımı yokluyorlar. Özgürlüğün tadını bir alırlarsa bir daha normal yaşantılarına dönemezler diye çekindiğim için, Yaşar Usta babacanlığı ile bu emellerini görmezden geliyorum.

Böyle işte.

***

Geçenlerde yine bir evlilik merasimi vardı (sürekli evleniyorlar, durduramıyoruz).

Etkinliğin hali hazırda bir düğün fotoğrafçısı zaten mevcuttu ve düğünü fotoğraflamak onun sorumluluğu idi. Ben ise özgür ekstra olacaktım. Dolayısıyla düğünün ana akışında neler döndüğü ile ilgilenmek gibi bir sorumluluğum olmayacaktı.

Nikâhın kıyılmasının ardından French Quarter’ın meşhur Bourbon Sokağı’na çıktık ve Freya & Webb’in düğününden de hatırlayabileceğiniz “Second Line” eşliğinde Bourbon Sokağı’nı baştan başa geçtik. Bu gözlerinin kapalı olmadığı bir fotoğrafını bile çekemediğimi fark ettiği zaman çok şaşıracak olan damat kişisi, eğlenirken:

Bu da güzeller güzeli gelin abla:

Second line müthişti yine. Hava da mükemmel idi. Manzara fotoğrafı çekmiyorsanız ve kaplaması (coating’i) iyi olan geniş açı bir lens ile çalışıyorsanız başınıza gelebilecek en güzel hava koşullarından birisi bulutlu hava. Gölgesiz, kontrastlı, histogramın iki ucunda toplaşmayan, dengeli bir zenginlik.

Bourbon Sokağı turistler ile dolup taşan bir yer olduğu için yolun iki tarafı bir second line’a rastladıkları için kendilerini çok talihli hisseden turistler ile dolu idi. Yirmibirinci yüzyıl turisti olmak bambaşka bir psikoloji. Herkesin elinde şipşak dijital fotoğraf makineleri filan, herkes aynı yeri ziyaret ediyor, herkes aynı şeyi çekiyor filan falan. Orasını anladık. Fakat mesela yolda giden bir fotoğrafçıya tezahürat filan da ancak turist canlısının yaparken anormal hissetmediği şeyler arasında olsa gerek (şu alttaki adam bana delirdi mesela, adam bildiğin tezahürat ile sevgi gösterisinde bulunuyordu. Dümeni özgürlük denizinin çok farklı koordinatlarına doğru kırayım desem giderimiz vardı kendisi ile yani (eldeki iki biraya dikkat)).

Düğün işinde çalışan herkeste kaçınılmaz bir kanıksama ve sıkkınlık mevcut. Yani bunu iş olarak yapıp her gün bir düğünde müzisyenlik, barmenlik, sunuculuk filan yapıyorsa insan zaten bu tip bir sıkılma kaçınılmaz. Second line müzisyenleri ile ilgili en hastası olduğum ve beni en çok şaşırtan şey ise bu tip normal sıkıntılara onlarda rastlayamıyor olmam. Adamlar her gün aynı iki şarkıyı çalmak sureti ile kendilerinin olmayan eğlencelerin insanlarını eğlendiriyorlar, fakat daha bu işten samimi bir keyif aldığı aşikar olmayan bir tane second line müzisyenine bile rastlamadım. Hepsi son derece coşkulu, son derece yaptıkları iş ile aşk içinde görünüyorlar. Saygı duyuyor ve çok sevimli buluyorum, fakat kafam almıyor.

Örneğin paralel bir evrende bir Meren sırf bu mevzu üzerine uzun soluklu bir fotoğraf projesine başladı mesela. Bizim evrendeki Meren ise az önce yediği ekmek arası sıfırbeş uç ve gazoz kapaklarını diet kola ile sindirmekte olan ve aklına bilgisayar başında gelen bu tür fikirleri bilgisayar başında bırakan özgür bir bilim insanı (asosyal virtüöz Fazıl Say budalası arabeski yavşak buluyor ama işte bunun üstüne de, Bach’ın 1 numaralı sol minör keman sonatı değil, Orhan Gencebay’ın “batsın bu dünya“sı gider (neyse. yazının sonu göründü, hemen kaynattınız bak)).



Bu arada eğer günün birinde içinizden birisi “Dünya Abdestli Geçilebilen Sokaklar Listesi” isimli tematik bir çalışmaya girişmek isterse gönül rahatlığı ile son sıraya Bourbon Sokağı’nı ekleyerekten başlayabilir. Sonra yukarı doğru doldurursunuz işte. Zira namusunuzla şöyle iki adım atamıyorsunuz.

Son olarak, kısa birkaç not:

  • Son yayınladığı çalışması Nature isimli meşhur bilim dergisinde kapak konusu seçilen Arpat‘ı gönülden tebrik ediyorum. Kendisi gururumuz :) Acar gazeteci Işıl Öz de hemen bir röportaj yayınlamış, buradan okuyabilirsiniz.
  • İki adet konuk fotoğrafçı seçkisi bir süredir yanıt bekliyor. Bir türlü kafamı toparlayıp ilgilenemediğim için kendilerinden herkesin huzurunda özür diliyorum. İlk davetten bu yana 17 konuk fotoğrafçı seçkisi ulaştı elime. Burası yan gelip yatma yeri değil.
  • Biraz daha ciddi hale getirmek ümidi ile http://meren.org adresinde duran fotoğraf anasayfamı elden geçirdim. Belki bir göz atıp görüş bildirmek istersiniz ümidi ile haber vermiş olayım.