Başlığa bakınca bir kısmınızın bu yazının iki erkeğin evlilik merasimini konu aldığını anladığını tahmin ediyorum. Evet, öyle. Eğer “ben böyle şeyleri kaldıramam” diyorsanız daha fazla devam etmemelisiniz belki de.

Damatlardan birisi olan Nathan birkaç hafta önce bana gelip Mark ile hayatını birleştirmeye karar verdiklerini, ve bu merasimi benim belgelememi istediklerini söylediğinde üzerine fazla düşünmeden kabul ettim. Çok yabancı olduğum bir dünyayı ziyaret etme şansı elde edecektim, elimde fotoğraf makinesi olduğu için “legal gözlemci” sıfatım olacaktı, kimse “bu ne yapıyor” demeyecekti.

Açık konuşmam gerekirse daha önce eşcinsellerin evlenmesi mevzunu derinlemesine düşünmemiştim. Açık fikirli sayılabilecek bir insan olduğum için ne zaman düşünsem “neden olmasın” diyordum. Fakat sadece teori ile olmuyor bu işler; insan bir parçası olmadığı yaşamlara dair elinden bir tutan olmadığında empati kurmakta gerçekten zorlanıyor. Bu süreçte yeni şeyler öğrendim, bir takım şeyler üzerine biraz daha derinlemesine düşünme şansım oldu; Mark ve Nathan elimden tutmuş oldular, empati kurabildim. Ben de bu konu üzerine bir yazı yazıp sizin empati kurmanıza yardımcı olmayı denemek istedim. Toplumsal bilinç ve tartışma yüzü suyu hürmetine.

***

Aşağıdaki fotoğraftaki kişi Nathan. Üniversite mezunu. Psikoloji ve sosyoloji okumuş. Şu anda da psikolojik danışmanlık üzerine yüksek lisans yapıyor.

Bana anlatılanlara göre evlilik merasimi iki gece sürecekti: ilk gece evlilik seremonisi, ikinci gece de resepsiyon. İlk geceki seremoniye çok az sayıda kişi davet edilmişti. Asıl kalabalık resepsiyonda boy gösterecekti. Bu işlerin tamamı Mark ile Nathan’ın evinde gerçekleşecekti. Seremoni için bahçe, resepsiyon için ise salon düşünülmüştü. Yukarıdaki fotoğrafta da Nathan evlerinin salonunda bir şeylere söylenerek ortalığı süpürüyordu (salon ortasına 30 kişilik masa gelince salonluktan çıkmıştı tabi, nasıl söylenmesindi).

Aşağıdaki fotoğraftaki kişi de Mark. Bilişim uzmanı ve bir şirkette bilgi teknolojileri yöneticisi. Mark iki gün boyunca bütün bu hadiseye dair çok sakin ve huzurlu bir tutum sergiledi. Taktir ettim.

Hani yıllar içerisinde ikili insan ilişkilerinin örüntülerine dair bir görüş gelişir insanda. Bazı ilişkiler vardır, taraflarından birisi son derece sosyal ve dışarı çıkma meraklısı iken diğeri son derece sessizdir, ya da mesela birisi mütemadiyen mutlu ve sakin görünürken diğeri gergin ve söylenen bir insandır, vesaire. Ben bu proje esnasında heteroseksüel olmayan birlikteliklerin de pek farklı olmadığını hissettim. Mark ile Nathan’ın ilişkisi hemen daha önce tanıdığım birilerinin ilişkileri ile benzeşti kafamda (Mark mutlu ve sakin, Nathan ise huysuz ve komik idi, vesaire).

Bu merasime dair bir diğer ayrıntı da evlilik merasiminin bir vudu büyücüsü tarafından yönetileceği idi. Öğrenince çok sevindim. “E biz bunu sana daha ilk görüşmemizde söylemiştik” dediler. İnanmadım (ben de az huysuz değildim hani).

Mark da Nathan da manevi yönleri kuvvetli kişiler. Ayrıca yerel olana ve kültüre de ihtimam gösteriyorlar. Ben de onların isteklerine ve vudu büyücüsü olan cadı teyzenin uyarılarına maksimum ehemmiyet göstermeye karar verdim. Bana ne dendiyse kafa salladım. Mesela vudu büyücüsü teyze “ruhlar pilleri çok sever, bitiriverirler pillerini” dedi, “tamam, yanımda ekstra pil getireyim” dedim, sonra “ben sağa sola doğru hareket ederken oluşan rüzgârlar(?) o üzerine flaş koyduğun üç ayağı devirebilir yalnız” dedi, “ben şimdi ayakların üstüne koymak için bir kum torbası filan ayarlarım” dedim, “yüzümü çekersen gölgeler, parlaklıklar oluşabilir, ruhlar fotoğrafta lekeler bırakabilir” dedi, “teknoloji çok gelişti, bilsen ne lekeleri temizliyorlar Photoshop ile” dedim. “Bilemem” dedi. Sonra iyi bir ruh olduğum için fotoğraf makinemi kutsadı. Hemen arından da Mark ve Nathan’ı ifade eden vudu bebeklerini masaya koyup gitti. Sonra Nathan gelip “sağdakinin saçı sarı ya, o benim işte :)” dedi bana.

Cadı teyze bir diğer masayı da benim aklımın ermeyeceği bir takım şeylerle donatmıştı. Ortadaki davetiyeyi görünce bana salık verdiği üzere ruhlardan izin alıp davetiyenin bir fotoğrafını çektim (bu arada ruhlardan izin almak çok kötü tasarlanmış bir protokol, izin alıyorsunuz ama izin verildi mi verilmedi mi öğrenemiyorsunuz, cadı teyzeye bunu sorduğumda “merak etme, pil göstergene bak, eğer bitmişse razı olmadıkları bir şey yapmışsın demektir” demişti. Ruhlar ile iletişim uğruna Energizer’ı zengin etmek. Bence kahrolsun bu kapitalist düzen (neyse)).

Davetiyenin en altında şöyle diyor:

Birbirimizle tek aşkı, tek rüyayı, tek yüreği paylaşacağız.

Diğer bir deyişle “Biz bu hayatta bir şeylerin adını koymak istiyoruz. Artık biz de bilelim, insanlar da bilsin istiyoruz. Yoksa zaten beraber yaşıyorduk, bu kadar zahmete ne diye gireydik?” diyorlar. Bunu zaman zaman siz de hissediyorsunuz. Siz de bir şeylerin adını koymak istiyorsunuz. Çünkü bazen bir şeylerin adını koymak ne zamandır ortada olan yayıntıyı bir denk içine doldurup bir kenara kaldırmak gibi. Hayatımızda adı konmamış ne kadar az şey varsa o kadar rahat kafamız. İnsanoğlu muallak olanı sevmiyor. Muallak olana alışabilse idik hepimizin hayatları daha kolay olurdu halbuki. Belki de muallak olana alışamadığımız için “evlilik kadın ve erkek arasında olmalı” diyoruz mesela. Sonra toplumun yargıları ile kıyaslandığında son derece muallak hayatlar yaşayan iki erkek çıkıyor, “adını koymak istiyoruz, muallak olandan bıktık” diyor. Bence ben bu ironiyi cadı teyzeye vereyim, kutsadığı bir sonraki evlilik merasiminde masadaki diğer yayıntıların arasına koysun.

Aşağıdaki fotoğrafta yer alan kişi Trudy. Nathan’ın arkadaşı. Trudy evli, Nathan yaşında bir çocuğu var. North Carolina’da yaşıyor. Ta oradan kalkıp iki gün boyunca ev işlerine ve hazırlıklara yardım etmek için gelmiş. Sanırım bazı tabular bir kez sarsılınca insan daha az şeye şaşırıyor. Nathan ile Trudy arasındaki arkadaşlık bağını kast ediyordum. Normalde aralarında bu kadar yaş farkı olan insanların arkadaş olmalarını beklemeyiz ya hani. Bu bağlamda belki de bu duruma dair bir şey söyleme isteğinin suçlusu bendim, fakat bir ara yalnız kaldığımızda bana şöyle giden bir şeyler söyledi: “Nathan’ı çok seviyorum … onunla ilgili farklı bir şey var … çok … Nathan … yani anlatması güç, çok seviyorum işte … tanıdığıma çok memnunum … kendimi onu tanıdığım için çok şanslı hissediyorum .. anlatabildim mi?“. O zaman içimdeki küçük şaşkınlık kırıntılarına da yok olmuştu. Mantıklı bir şey söylediği için ya da anladığım ya da mantığımda bir yere oturduğu için filan değil. Çünkü bazen de anlamıyoruz işte. Ve belki de her şeyi anlamamız gerekmiyor. “İnsan” deyip geçmek gerekiyor kimi zaman. İnsan olmak çok enteresan bir deneyim. Acaba arılar nasıl hissediyor. Umarım onlarınki de enteresandır.

Trudy iki gün boyunca bir arı gibi çalıştı. Gerçekten. Yaptığı onlarca işten bir diğeri de Nathan ve Mark’ın yüzüklerini parlatmak idi ve bana bu işin en iyi diş macunu ile yapıldığını söyledi. Gümüş yüzük, diş macunu. Bir kenara not alın (meren kendisinin yeni öğrendiği şeyleri herkesin yeni öğrendiği sanrısına devam ediyordu, hâlâ).

Normalde erkek ve kadın yüzüklerine aşina olduğum için bu aynılık bir kontrast idi benim için. “Göstersene bi’ Trudyciğim” dedim. Sonradan fotoğrafları gördüğünde derin bir nefes alıp “ne kadar yaşlı görünüyorlar” dedi (ben fotoğrafı çekerken bunun olacağını öngörmüştüm, fakat durmadım, çünkü bazen insanların gerçeklerle yüzleşemeyecek olmasından korkmayı bir kenara bırakmalıyız belki de, işte ben de bilemiyorum ki).

Mark uzun bir süre önce ailesini yitirmiş. İkinci dereceden akrabaları da yaptığı şeyi tasvip etmedikleri için bu merasime gelmeyeceklerini söylemişler. Nathan ise bu konuda çok daha şanslı. Aşağıdaki fotoğrafta, başlamasına sadece birkaç saat kalmış olan merasimin yapılacağı alanın son kontrolleri gerçekleşirken Mark’ı, huysuzluk yapan Nathan’ı ve Nathan’ın yine bir şeylere göğsü kabarmış olan tatlı annesini görüyorsunuz. İki gün boyunca onun mutluluğu etrafındaki insanlara da bulaştı. Fakat ben bu olayı belgelemek için orada olduğumu hiç unutmadım.

Güneş iyice batmaya başlamış, damatların giyinme vakti gelip çatmıştı. Nathan hâlâ masanın örtüsünde, sandalyenin ayağında idi. Öyle bir heyecan.

Nathan tırnaklarını keserken Trudy köle isaura mesaisine ara vermek üzere makyaj takımlarının başında. Kimse benim farkımda değil, fakat yine de insanları rahat bırakmam gerektiğini düşünerek aşağı iniyorum.

Aşağı inince bir de ne göreyim, cadı teyze gelmiş, yerlere tebeşirle bir şeyler çizmiş çoktan. Kaşla göz arasında. “Odunlar ne için?” diye sordum. “Geçmişteki ilişkilerin tatsızlıklarını ve acılarını atacağız o odunların üstüne, yanıp kül olacaklar gecenin sonunda, şart bu alevler başlamak için yeni bir hayata” dedi. Hiç ateş mateş hatırlamadığım için bizim imam nikâhı ile evlenen çiftleri düşünüp üzüldüm. Ama bir şey demedim. O tam tebeşirlere ve yerdeki materyale başlarken aradaki duraksamayı fırsat bilip hemen yukarı kaçtım. Şimdi pil-mil biter, bi’ tatsızlık çıkmasın.

Yukarı çıktığımda Mark ile Nathan giyinmeye başlamışlar bile. Gelinlerin saatler süren giyinme merasimleri gibi değildi tabi.

Arada bir punduna getirip ikisini yan yana oturttum. Konvansiyonel bir düğün fotoğrafçısı olmadığım için bu iki gün boyunca kendilerine “şöyle yapın, böyle yapın” demedim hiç. Fakat istediğim ışıkta istediğim bir fotoğraflarını çekmeden bırakmak istemedim, iki dakika sakinleşip oturmalarını rica ettiğimde bir anda benim farkıma vardılar. Fotoğrafı çektikten sonra azat ettim kendilerini. Heyecanla giyinmeye devam ettiler.

Aşağıdaki an seremoniden önce yalnız kaldıkları son an idi. Birbirlerine yaka çiçeklerini taktılar. Ve ben oradaydım. Bunu gördüm. Birbirlerine olan sevgileri karşısında küçüldüm.

Öpüştüler, ve insanların karşısına çıkmak için odayı terk ettiler.

Bütün davetliler ve cadı teyze kendilerini bekliyordu. Aynen yüzüklerde olduğu gibi ayakkabılardaki kontrast da gözüme çarptı. . Benzerliğin kontrastı.

Cadı teyze Mark ile Nathan’ın ellerini bağladı ve ikisini de -ruhların önünde yanıt verdiklerini hatırlatarak- sorguya çekmeye başladı. Her soru silsilesinin sonunda bir düğümü açıyordu. Sordukları şeyler ve aldığı yanıtlar yaklaşık olarak şöyle idi:

– Nathan, Mark’ın kalbini kıracak mısın?

– Evet. Çok yüksek olasılıkla.

– Bunu isteyerek mi yapacaksın?

– Hayır. Çok büyük olasılıkla hayır.

– Bunu düzeltme yolunda elinden geleni yapacak mısın?

– Evet.

– Mark’ın, buradaki insanların ve şu anda aramızda olan ve göremediğimiz her şeyin önünde söz veriyor musun?

– Evet, veriyorum.

– Mark, her ihtiyacı olduğunu hissettiğinde Nathan’a destek olacak mısın?

vesaire, vesaire.

Uzun bir sorgunun ve makul soruların ardından bütün düğümler açıldı. Cadı teyze bu ip ile vudu bebeklerini bağlayacağını söyleyerek ipi kenara koydu.

Sıra geldi süpürgeye.

Süpürge nereden geliyor bilmiyordum. Öğrendiğimde bütün bu seremoni biraz daha anlam ve derinlik kazandı kafamda. Anlatayım.

Bir Afrika geleneği olan süpürge üzerinden atlamanın tarihi çok eski yıllara uzanıyormuş (fakat bu süpürge üzerinden atlama hadisesi Afrika ile sınırlı değilmiş: Keltik, Gal, Pagan, Şaman ve hatta Aborijin kültürleri bile benzer bir geleneğe sahiplermiş).

Örneğin Afrika’dan Amerika’ya getirilen ve o dönem evlenmelerine müsaade edilmeyen köleler evlenmek için otoriteden habersiz bir merasim düzenleyip süpürge üzerinden atlar ve “evlenmiş” olurlarmış. Sembolik olarak süpürge, üzerinden atlandığı zaman yalnızlığı, kederi ve üzüntüyü süpürür, üzerinden atlayan kişilerin mutlu bir hayata birlikte adım atmalarına vesile olurmuş (nereden çıkarıyorlar böyle şeyleri anlamıyorum ki). Çiftler, dostları ve ailelerinin önünde yeni bir hayata hoplarlarmış.

Nereden nereye…

Amerika’nın yıllar boyunca en temel haklarını taciz ettiği kölelerin geleneğine sahip çıkan ve otoritenin kabul etmemesine rağmen süpürge üzerinden atlayarak evlenen Amerikalı çiftler.

Seremoni sona erince -ve cadı teyze kaşla göz arasında ortadan kaybolunca- insanlar Mark ile Nathan’ın fotoğrafını çekmek için sıraya girdiler. Ben de yerimi bilip sıraya girdim. Sıra bana gelince de hiç acımadım.

İnsanlar Mark’ın bütün gün uğraşıp pişirdiği hindiyi ve diğer yiyecekleri yediler. Birlik ve beraberlik havası gecenin ilerleyen saatlerine kadar devam etti. Sonra gittik.

Artık Mark ve Nathan evlenmişlerdi.

***

Ertesi gün resepsiyon günü idi. Pasta filan bile vardı ortamda (yoğunluktan bir dilim bile yiyemediğim için çok içimde kaldı):

Bir sürü insan geldi (muhtemelen pasta için geldiler; bana kalmasın filan diye (çok içimde kaldı, öyle böyle değil)). Eğer çok merak ediyorsanız resepsiyondan daha fazla fotoğrafı burada bulabilirsiniz.

Gelenler Mark’a sarıldılar.

Nathan’a sarıldılar.

Fakat oradaki insanlar arasında birisi vardı ki elini öpesim geldi. O da Nathan’ın babası idi. Bu Güneyli Amerikalı amca orada, o akşam oğlunun yanındaydı. Eşcinsel çocuklarına hasta muamelesi yapmayıp onlara destek olan ailelere saygı duyuyorum. Çünkü o aileler çocuklarına ve onların kararlarına, hislerine samimiyetle saygı duyan aileler.

Nerede hata yaptım da böyle oldu” diyerek kendi kendine dövünen aileler geliyor gözümün önüne. Bu söylemin ardındaki “sana dair iyi olan her şey benim eserim olduğu için kötü olduğunu düşündüğüm bu şey de benim suçum” varsayımı neresinden tutsanız elinizde kalacak cinsten talihsiz bir bakış açısı. Fakat aile büyükleri ile çocuklar arasındaki jenerasyon farkı hemen her konuda aileleri nispeten daha dar görüşlü ve daha cahil konuma düşürdüğü için, ailelerin bu tür tutumları karşısında kendilerine anlayış gösterilebilir belki diye hissediyorum. Fakat böylesi bir sıkıntıya ve yalnızlığa itilen gençlerden bunu hesaba katıp aile ile iletişimlerini güçlendirmeye çalışmalarını beklemek belki de pek akıl kârı değil. Gerçekten bilemiyorum.

Aileler yapılması gerekeni yapamadıklarında kızacak kimse yok. Fakat bir baba bunu yaptığında, tebrik edilecek birisi var.

Ben bir uzaylı olsa idim, ve bana eşcinsellerin evlenmesinin Dünya gezegeninde problem teşkil ettiği söylense idi ve bu konuda ne düşündüğümü sorsalardı bana, bu duruma şaşırır ve şöyle derdim: “iki veya daha fazla sayıda insan duygusal, fiziksel ya da finansal avantajlardan biri ya da birkaçından bir arada faydalanmak üzere yaşamlarını birleştirmek, hem birbirlerine hem de topluma karşı haklarını kanunlar önünde de güvence altına almak üzere ‘evli’ addedilmek istiyorsa buna kim, neden mani olmak isteyebilir?“.

Fakat bir uzaylı değilim. Bu yüzden eşcinsel çiftlerin evlenme arzularının birçok ülkede dini, ahlâki ve siyasi problemlere neden olduğunu biliyorum.

İnançlarımız, geleneklerimiz ve kültürümüz böyle bir şeye tahammül etmemize müsaade etmiyor. Serde homofobi var. Heteroseksizm var. Hatta heteroseksizmin varlığı bir kenara, dünyanın büyük bir bölümü daha hâlâ seksizm belasından kurtulmaya çalışıyor.

Fakat her şey gibi bunun da zamanla değişeceği bence bir gerçek. Bu gün itibarı ile Belçika, Norveç, Hollanda, Güney Afrika gibi ülkelerin yanında İspanya ve hatta Portekiz gibi dindarlıkları ile bilinen ülkelerde bile eşcinseller yasal olarak evlenebiliyorlar. Uzun bir zaman önce yitirmiş olmasına rağmen hoşgörünün yakın coğrafyasında belki de en uzun süre hüküm sürdüğü toprakların sahibi olan Türkiye de bakarsınız günün birinde açık yüreklilikle bu durumu ele almaya karar verir. Bilemiyorum.

İnsanın en büyük niteliklerinden birisi başkalarına zarar vermediği sürece diğer insanların hissettikleri şekilde yaşamalarına tahammül göstermesi değilse nedir…

Kolay olmasa da dünya gezegeni üzerinde bu konuda bir takım adımlar atıldı. Atılıyor.

Arılar bilse bizimle gurur duyarlardı bence.