Geçen hafta New York’ta idim. Sebeb-i ziyaretimin bir nedeni, Aslı ile deniz kanosu yapmak, diğeri ise New York’ta iki haftayı aşkın bir süredir polis müdahalesi ve medya karartmasına rağmen devam eden Occupy Wall Street hareketini yerinde görmek ve fotoğraflamak idi. Bu yazı Occupy Wall Street ile ilgili.

***

Bugün itibarı ile “Nedir bu Occupy Wall Street?” sorusuna yaklaşık olarak şöyle bir cevap verebilirim sanırım:

Occupy Wall Street, 17 Eylül’de başlamış olan, ABD’de baskıdan, faşizmden, polisin halk karşısındaki üstünlüğünden, kronik kapitalizm ve şirket menfaatleri ile şekillenen ulusal ve uluslararası politikalarından, 135 ülkedeki 700’den fazla askeri üsten, Irak ve Afganistan’daki ölümlerden, dünyanın çeşitli yerlerindeki diktatörler için harcanan milyarlarca dolardan, yetersiz ve pahalı eğitimden, gelir dağılımındaki adaletsizlikten, politik oligarşiden, sosyal eşitsizliklerden, çalışmayan sağlık sisteminden ve halkın menfaatlerine hizmet etme gayesini yitirmiş adalet sisteminden artık bıkmış olan, iktidar için halkı sömüren fakat gerçek problemlere kalıcı çözüm sunmaktan aciz siyasi hareketlere bir mesaj vermek isteyen, demokrasi denen uyku halini git gide daha çok kanıksayan halkı silkelemek, git gide kısılan sesini yeniden yükseltmek, olan bitene dair rahatsızlıklarını dile getirmek isteyenlerin yürüttüğü, İspanya, Yunanistan, Mısır, Tunus ve Libya’da başlayan ayaklanmalardan cesaret aldığını inkar etmeyen, devlete ve statükoya karşı bu ülkelerdeki gibi bir halk organizasyonunu ABD’de tesis etmeyi hedefleyen bağımsız bir hareket.

Kendi adıma bu hareketin çok önemli olduğunu, ABD’de cereyan ediyor olmasının özellikle ümit verici olduğunu, hatta ABD’nin geçmişindeki iki büyük sosyal haraketin (1930’lardaki işçi hareketi, ve 1960’lardaki insan hakları hareketi) yanında yerini alacak kadar büyük hale gelme potansiyeli olduğunu düşünüyorum.

Yazının ilerleyen kısımlarında bu düşüncelerimin altında yatan nedenleri belirginleştireceğini ümit ettiğim notlar bulacaksınız (resimlerine bakıp gitmek de serbest elbette (yazarınız bugün iyi tarafından kalkmış, hadi yine iyisiniz)).

***

Benim New York’ta olduğum gün hareketin 16. günü idi. Sadece ABD değil, tüm dünyadaki ana akım medya kuruluşlarının 16 gündür tamamen görmezden geldiği ya da bir şekilde küçümsediği, polis şiddetine maruz kalmasına uzun süre göz yumduğu Occupy Wall Street hareketinin izlerine şehrin iş merkezleri dışında kalan bölgelerinde rastlamanın da mümkün olduğunu görünce epey sevindim. Aşağıdaki kişi bir çiftçi marketinde, elinde “The Wall Street Journal” isimli meşhur gazetenin isminden esinlenerek hazırlanmış, manşetinde “DEVRİM EVDE BAŞLIYOR” diyen, alt başlığında ise Wall Street protestolarının üçüncü haftasına girdiğini müjdeleyen “The Occupied Wall Street Journal” gazetesini dağıtıyordu:

Wall Street’e gitmek için metro beklerken istasyonda üç boynuzlu eski şapkası, kamuflajı, megafonu ile bekleyen birisini görünce “bu kesin Wall Street’e gidiyor” diye düşünmüştüm.

Occupy Wall Street hareketini yerinde ziyaret etmek isteyişimin ardındaki asıl hedef bu hareket içerisinde yer bulan fikirlerin çeşitliliği hakkında fikir sahibi olmak olduğu için bu arkadaşa yaklaşıp birkaç soru sormaya karar verdim. Daha sonra adının Gabriel M. Brown olduğunu öğrendiğim bu kardeşimizin Wall Street’e değil, oraya sadece birkaç sokak ötede olan başka bir eylem merkezine gittiğini, ve aslında kendisinin Wall Street’te bugünlerde başlamış olan aydınlanma hareketini yıllar önce başlatmış olan kafilenin bir üyesi olduğunu öğrendim: Gabriel, ekip arkadaşları ile beraber 11 Eylül saldırılarına dair raporların gerçeği yansıtmadığı ve halkın sorularını yanıtlamaktan uzak olduğu iddiası ile hükumetin suçlayan bir bilinçlendirme kampanyası yürütüyordu. Giderken uzun uzun sohbet ettik.

Sohbetimiz esnasında serbest piyasa ekonomisinin ve anayasal özgürlüklerin ülkesinin temel taşı olduğunu düşünen Gabriel’in Wall Street hareketi ile ilgili sıkıntılarını dinledim. Oradaki insanların birçoğunun ne yaptıklarından habersiz olduğunu, muhalefet ettikleri anlayışın yerine koyacak bir şeyleri olmadığını söylüyordu (bu zaten benim de tahmin ettiğim, fakat Gabriel’in aksine son derece sağlıklı bulduğum bir şey idi). Bununla beraber Gabriel, eylemin doğasına dair hoşnutsuzluklarına rağmen kendisini Wall Street hareketinin bir parçası olarak nitelemekten de geri kalmıyordu. ABD’de bu sık sık dikkatimi çeken ve beni kıskandıran bir detay: Aynı görüşü paylaşmayan insanlar ortak bir amaç uğruna kolaylıkla bir araya gelebiliyorlar.

Gabriel bana ABD’de olan biteni kendi perspektifinden anlatınca, tabağı boş göndermek ayıp olur diyerek ben de ona Türkiye’deki durumdan bahsettim. Statükodan beslenen ve grup menfaati odaklı siyasetin, halkın üstüne basan, militarist ve baskıcı devlet anlayışının, toplumu her geçen gün biraz daha aptal ve şovenist hale getiren medyanın sansasyon odaklı yayın anlayışının ortak problemlerimiz olduğunu, fakat Türkiye’nin ABD gibi bireysel özgürlükleri garanti altına alan bir anayasası olmadığı için Türkiye’deki insanların işinin aslında çok daha zor olduğunu filan söyledim. Üzüldük tabi.

Amacı bireyin özgürlüklerini devletten korumak, bireyi özgürleştirirken devletin birey üzerindeki gücünü kısıtlamak olması gereken anayasanın nasıl olup da devleti bireye karşı koruyan bir şeye dönüştüğünü ve Türkiye’nin nasıl olup da bu anayasa ile barışık olduğunu zaman zaman düşünen ve kuruntulara gark olan birisi olarak Gabriel’i daha fazla üzmek istemedim. Zaten onun da derdi başından aşkındı.

Aşağıdaki fotoğraf Gabriel’in de aralarında olduğu ve devletin 11 Eylül saldırılarındaki rolünün aydınlanmasını isteyen grubun İkiz Kuleler’in yıkıntılarının hemen yanındaki eylem alanlarından bir fotoğraf.

***

Bir sonraki durak Wall Street idi.

Wall Street, ABD’nin finans sektörünün bel kemiğini teşkil eden kurumlara ev sahipliği yapıyor olması açısından gelir adaletsizliği ile ilgili protestolar için sembolik bir mekan.

Bununla beraber ABD’nin son birkaç yıldır içinde olduğu ve dolayısıyla tüm dünya ekonomisinin etkilendiği krizde de payı olan Wall Street, denetim mekanizmalarının yetersizliği ile şirketlerin finansal bilgilerine erişim hakkı olan kişilerin bu bilgileri borsada kullanarak astronomik miktarlarda para kazandıkları, sırf tasarruflarındaki kapitali oradan oraya hareket ettirerek gelir elde eden borsa tellalı parazitlerinin kalbi toplumun çalışan çoğunluğunun emekleri ile atan ekonominin can damarlarına tutundukları, on binlerce insanın işini, evini ve birikimlerini kaybetmesine sebep olan skandalların sorumlularının her gün elini kolunu sallayarak dolaştıkları bir sokak olduğu için, adaletsizliğin herhangi bir türüne başkaldırmak isteyenlerin doğal bir durağı olarak da görülebilir.

Wall Street’e vardığımızda sokağın -ve çevresindeki sokakların- polis tarafından tamamen kapatılmış olduğunu görüp pek sevindim. Nitekim bu benim için Occupy Wall Street hareketinin artık kayda değer bir çekinceye sebep olmaya başladığının bir diğer kanıtı idi.

Polis barikatı dünyanın her yerinde halkın iradesinin devletin öngördüğü seviyenin üzerine çıktığının göstergesidir; ne kadar uzunsa, o kadar iyi.

Hiçbir siyasi analistin öngöremediği Arap Devrimleri, küçük gibi görünen toplum hareketlerine karşı büyük önlemler alma konusunda devletler arasında bir korku yaratmışa benziyor. Bu tedirginliğe birçok ülkede farklı seviyelerde rastlamak mümkün.

Wall Street’ten sonraki durak eylemin ilk gününden itibaren eylemcilerin kamp alanı haline gelmiş olan, İkiz Kuleler ile Wall Street arasında bir yerde kalan Zuccotti Park idi (haritada şurada). Yerlerdeki flamaları izlemek -artık eylemciler arasında Özgürlük Parkı olarak anılan- Zuccotti Park’ı bulmak için yeterli olabilirdi.

***

Occupy Wall Street hareketinin ikamet ettiği park alanı ve çevresi çadırları ile gelmiş ve günlerdir kamp yapan göstericilerin yanında polisler ve turistlere de ev sahipliği yapıyordu. Göstericilerin çok ciddi bir kısmı ise daha sonra 700 kişinin tutuklandığını öğreneceğimiz Brooklyn Köprüsü’ndeki yürüyüşe gitmişlerdi.

Parka varır varmaz karşılaştığım ilk pankart burada her telden çalan insana rastlayacağıma dair görüşlerimi doğrular nitelikte idi.

Parkta o gün tanık olduğum ortamı tarif etmek güç.

Öncelikle birileri tarafından şekillendirilen, bir ideoloji çerçevesinde dile getirilen “düzenli” bir protestodan söz etmek mümkün değil. Daha çok anarşik ve düzensiz bir “derdi olan gelmiş” havası hakim. Aşağıda elinde poşeti, çabucak yazdığı belli olan pankartı ile dikilen amcanın her an pankartı katlayıp koltuğunun altına alarak evinin yolunu tutacak gibi duruyor olmasının nedeni bu. Bu insanlar oraya “birilerinin peşine düşmek” ya da “birilerini desteklemek” için gitmiyorlar. Bu gerçek anlamda bir halk hareketi.

Aşağıdaki amcanın gururla taşıdığı pankartta şöyle diyor:

Serbest piyasa sistemi bir köle piyasa sistemi. Açgözlülük oyunun kuralı olduğunda -açgözlülüğü şirketler milyonlara ya da milyarlara ihtiyaç duyduğunda kiranızı, okul harcınızı, giysi ücretlerini, sağlık sigortasını, ulaşım masraflarını, benzin fiyatlarını, vergileri artırıyor, bütçe kesintileri yapıyor ve işçileri işten çıkarıyorlar. Biz paraya ihtiyaç duyduğumuzda ne yapıyoruz? Açgözlülük toplumun kumaşını harap ediyor. Tanrı onların açgözlü ruhlarına merhamet etsin.

 

Occupy Wall Street hareketinde hayata geçirilmeye çalışlışan şey toplu bir uyanış, toplu bir silkeleniş.

Toplanan insanların belirli bir rengi, problemlerin çözümü için net bir formülleri yok.

Bu başta birçok kişiye garip ya da anlamsız gelebilir. Fakat bana garip gelmiyor. Bana asıl garip gelen, ortaya attıkları safsataların çözüm için bir formül olduğunu iddia edenlerin ne dediğini tartmadan, bu kişiler sırf kendi dünya görüşlerine yakın olduğu için onların peşine düşenler.

Ortada belirli bir renk olmayınca bu hareketi tahrip etmek de güçleşiyor. Ana akım medyanın uzun yıllar boyunca ustalaştığı propaganda temelli yayın anlayışının kapsama alanı dışında kalan bu hareketin uzun bir süredir sansürleniyor olmasının sebebi de bu bocalama. Tarafsız ve yalın bir şekilde haber verme görevini uzun yıllar önce kaybetmiş olan, kendisini bir şeylerin karşısında ya da bir şeylerin yanında konumlandıramadığında ne yapacağını şaşıran ana akım medyayı Rohan kralı Théoden’i etkisi altına alan Gríma‘ya benzetiyorum.

Elbette Türkiye’de 2010 yılındaki referandum’u boykot edenlerinHayır’cılar” tarafından “Evet’çi“, “Evet’çiler” tarafından da “Hayır’cı” olarak görülmesine benzer bir şekilde, Occupy Wall Street hareketi de dikkatleri dağıtmak için itina ile varlık göstermelerine müsaade edilmiş uçlardan birisinin yanında yer alıp bir diğeri ile savaşma soytarılığının bir parçası olmadığı için kimsenin gözüne giremiyor.

Aşağıdaki fotoğrafta halkın medyadan alıştığı kulp takma ve kategorize etme alışkanlığı ile aktif mücadele edilmesi gerektiğini düşünen birisi ve pankartını görüyorsunuz. Pankartta “Occupy Wall Street hiçbir politikacıyı desteklememektedir” diyor.

Ana akım medyanın temsilcileri kendi Théoden’lerinin kulaklarına yıllardır fısıldadıkları saçmalıkları fısıldamak için olay yerine gittiğinde, şu videoda denk geldikleri gibi insanlarla karşılaşıp iyice ne yapacaklarını bilemiyorlar (Olay mahallindeki göstericilerden birisi olan Richard isimli bu kardeşimizin ABD’nin muhafazakar haber kanalı Fox TV muhabirine verdiği bu yanıt ne yazık ki İngilizce):

http://www.youtube.com/watch?v=6yrT-0Xbrn4

Bu hareketi anlamak için en kötü kaynak ana akım medyanın konuşan kafaları, kameraları ve kalemleri olduğunu düşünüyorum. Bu hareketi en iyi anlayan ‘toplum’, ve ‘toplum’ bu hareketi en iyi kendisinin anladığını iddia etme cür’eti göstermek zorunda; zira bu toplumun ona verdiği anlamla şekillenen bir hareket.

Detayları ise Twitter’dan ve http://occupywallst.org/ adresinden takip etmeli (sürekli sadece İngilizce bilenlerin takip edebileceği bağlantılar verdiğim için gerçekten üzgünüm, fakat olayın doğası böyle bir dezavantajı beraberinde getiriyor).

***

Parkın girişini yıldızları şirket logolarına dönüştürülmüş, üzerinde kocaman “SAVAŞ” yazan ve dünyanın hatırı sayılır bir kısmı için gerçekten de savaşı ve şirketleri ile empoze ettiği kültürü temsil eden bir ABD bayrağı süslüyor. Hiçbir “vatansever” grubun gelip bu tahrip edilmiş ABD bayrağını bu hale getirenleri pataklamaya çalışmıyor oluşu, benim gibi sırf bayrak direğine tırmanıyor diye kafasından vurularak öldürülen ve o dönem arkasından sık sık “hak etti köpek” yorumları yapılan Solomos Spyrou Solomou’nın akıbetine şahit olan gillerden gelen birisinin hem tedirginlik, hem kıskançlık hem de saygı ile dolmasına yetiyor. Bu bayrağın karşısında bir süre oturdum. Halkın kendi temsil ettiği değerleri protesto edişine müsamaha gösteren bu pis bayrak şanlı değilse nedir, bilemiyorum.

***

Occupy Wall Street hareketi hiçbir siyasi hareketi ya da siyasetçiyi temsil etmiyor, fakat siyasi hareketleri temsil eden bireylere rastlamak mümkün. Örneğin aşağıdaki pankart “Afganistan — Zengin için bir diğer savaş” diyor.

Fakat Sosyalizm ve Özgürlük Partisi’nin Afganistan’daki savaşa karşı duruşunu dile getiren yukarıdaki pankart Occupy Wall Street hareketindeki renklerden sadece birisi. Gabriel gibi muhafazakarlara ya da aşağıdaki gibi tecavüz mağdurlarının zaman zaman maruz kaldığı “kaltak gibi giyinmezseniz kimse size tecavüz etmez” anlayışını protesto eden grupların bireylerine rastlamak mümkün (fotoğraftaki kadının sırtında “kaltak” yazıyor).

***

Orada geçirdiğim süre içerisinde beni en çok etkileyen olaylardan birisi şu oldu:

Yukarıdaki kişi tam bu fotoğrafı çektiğim esnada Brooklyn Köprüsü’nde sürmekte olan protestoya dair haberleri canlı olarak insanlarla paylaşan protestoculardan birisi.

Telefonun diğer ucunda Brooklyn Köprüsü’ndeki göstericilerden birisi var. Telefonda gösterinin gidişatından ve polis müdahalesinden bahsediyor. Yukarıdaki arkadaş ise telefondaki kişinin söylediği her şeyi cümle cümle tekrar ediyor. Söylediği her cümle, kendisine fiziksel olarak tam olarak ne dediğini duyabilecek kadar yakın olan 40-50 kişilik grup tarafından hep bir ağızdan tekrar ediliyor. Böylece telefonun diğer tarafındaki kişinin söyledikleri tüm parkta yankılanıyor ve herkese ulaşıyor.

Açıkçası bunun bu tip gösterilerde sık sık başvurulan bir pratik olup olmadığını bilmiyorum. Fakat kesinlikle son derece doğal ve insanın içini ısıtan bir yol.

Yukarıdaki fotoğrafta -siz tam olarak seçemeseniz de- sık sık telefonla görüşen, http://www.livestream.com/globalrevolution adresinden 7 gün 24 saat yapılan canlı yayını idame eden kitle de yer alıyor. Zaman zaman içlerinden birisi kalkıp herkesin tekrarlaması için şöyle diyordu:

Burada oturanlar bu hareketin liderleri değil, burada oturanlar bu harekette sizden daha fazla söz sahibi değil, bizler lider değiliz.

Elbette onlar böyle söyledikçe ortama yeni gelmiş olan ve bir şeyler yapmak isteyen insanların küçük hayal kırıklıklarını tarif etmeme gerek yok sanırım. Kendisine ne yapması gerektiği mütemadiyen söylenen ve ne yapacağını başkalarından duymaya alışmış olanların işi zor, fakat hiçbirimiz elitistlik yaparak kimin ne yapması gerektiğini söyleme cüreti göstermeyeceğiz. Başta bocalamamak imkansız, fakat böyle böyle öğreneceğiz.

İstese liderlik edebilecek olanların, liderliğin insana dair her şeye karşı büyük bir hakaret olduğunu görebilecek kadar aydın olanları ve egosuna gem vurmuş olabilenlerin için Albert Camus’nün şu sözlerinde ifade gibi gibi bir serzeniş bu:

Önümden yürüme, takip etmeyebilirim. Arkamdan yürüme, yol göstermeyebilirim. Sadece yanımdan yürü ve arkadaşım ol.

Ve benim için Occupy Wall Street hareketini önemli ve kayda değer kılan en önemli ayrıntı budur. Bu bağlamda Noam Chomsky’nin harekete verdiği destek de benim için şaşırtıcı değil.

***

Occupy Wall Street hareketinin bir başı yok. Bu harekete dair ilk çağrı Adbusters isimli derginin Temmuz ortasında yaptığı -ve şimdilerde son derece estetik bulduğum bir afiş ile resmedilen- çağrıya uzanıyor. Son zamanlarda İnernet örgütlenmesi ile sık sık gündeme gelen (ve bu durumdan son derece rahatsız olmalarına rağmen Guy Fawkes maskesi ile bağdaşmış olan) Anonymous isimli grubun da bu çağrıyı Ağustos ayının sonlarına doğru gündemine alması, İnternet’teki aktivistlerin insiyatif almaları ve bu hareketin bir parçası haline gelmelerinde önemli dönüm noktalarından birisi.

Pratikte bilfiil bir karar mekanizması olmasına rağmen en azından bugüne kadar gerçekten yatay, lidersiz, otonom yapısı ile anarşik görüşün temelinde yatan değerlerle bağdaşık biçimde şekillenen bir hareket. Elbette bu tip bir konsensus-temelli harekat ortamında herkesi kucaklayan ortak bir anlayışın kendini belli etmesi epey zaman alabilecek bir süreç. Onlar da bunun bilincinde, ve gayet bekliyorlar. Kimsenin bir acelesi yok ve teknik olarak “resmi bir talepleri“, yok. Ben oradaki insanları tek tek incelediğimde edindiğim intiba, tam olması gerektiği gibi hiçbir şeyi ve her şeyi talep ediyor oldukları idi. Bu insanlardan Mısır’ın Tahrir Meydanı’nı dolduran insanların tedirginliğinden ve heyecanından fazlasını beklemek yanlış olur.

Eğer anarşist literatüre dair bir malumatınız yok ve ne olup bittiğini bir bağlama oturtmakta güçlük çekiyorsanız, onun da çaresi bu parkta:

Bekliyorlar” derken ciddiyim. Yazının ilk fotoğrafında gördüğünüz gazete işte buradan geliyor. Gazetelerden ‘sorumlu’ arkadaş kimseye iş dağıtma derdinde değil. Bacak bacak üstüne atmış, birilerinin inisiyatif alıp yanına giderek “gazete dağıtmak istiyorum, 100 tane ver” demesini bekliyor:

Bir diğer grup buldukları kartonların üzerine akıllarına gelen sloganları yazıp bir kenara koyuyor. Birisi inisiyatif alıp bu kartonlardan birisini taşımak isterse gelip alsın diye. Aşağıdaki kartonun üzerine “Değişim olun! Wall Street’i İşgal Edin” diye yazan kadın bir öğretmen. Fotoğrafın sol alt köşesinde kafası görünen kadın da onun öğrencisi. Ta ki bir sarhoş gelip önümüzde devrilene kadar neden burada olduklarından, motivasyonlarını nereden aldıklarından konuşuyorduk.

***

Normalde bir ülke sosyal bir harekete devlet çıkarları doğrultusunda sansür uyguladığında, diğer ülkelerin medya kuruluşlarının olan biteni tüm ayrıntısına kadar yansıtıp sansüre alternatif üretme çabasını İran seçim protestoları ve Libya’daki ayaklanmalar esnasında bolca gördük. ABD’de son derece ciddi bir halk hareketine dönüşme potansiyeli barındıran bu hareketin ana akım medya tarafından sansürleme kararında tüm dünyanın ABD ile birlikte olmasının sebebi ise ABD’de yaşanacak bir halk ayaklanmasının yaratacağı krizin dünyanın bütün ülkelerini derinden etkileyeceği, bunun da ötesinde benzer ayaklanmalara sebep olabileceği gerçeği. Fakat bizlerin ihtiyacı olanın tam olarak bu olduğunu düşünüyorum. Dünya’da bir şeyler epey yanlış, bu yanlışların kendi kendilerine ve konvansiyonel yönetimler ile düzelmeyecekleri de aşikar.

***

Bazen yaşadığım yerde okyanus kenarında gizlenmiş koylara inşa edilmiş malikanelere bakarken, bırakın dünyayı, aynı şehrin farklı yerlerinde sabahtan akşama kadar deliler gibi çalışan insanları düşünüp neden isyan etmediklerine şaşırıyorum. Şüphesiz polisin ve devletin rolü toplumun her seviyedeki uyanış girişiminin etrafına barikatlar çekmek. Herkes bu durumu kanıksamış görünüyor.

Fakat insanlar gelir adaletsizliği ile bu kadar barışık yaşamayı ne zaman öğrendi? Sosyal eşitsizlikleri ne zaman bu kadar kanıksadılar? İnsanlar şirketlerin parmağında oynattığı devletlerin propaganda makinesi olan medyanın ve eğitim sisteminin kendilerine uygun gördüğü korkuluklar arkasında saf tutmaya, kendileri için belirlenen korkuluklar ile savaşarak ömür geçirmeye nasıl alıştılar?

Hepsi yanıtlarını az-çok bildiğimi düşündüğüm retorik sorular. Fakat Türkiye’nin bütün bu olaylardan payına ne düşeceği, Arap Baharı’nın, Avrupa’daki halk ayaklanmalarının, ABD’de filizlenen anarşist toplum hareketlerinin Türkiye’deki etkilerinin ne olacağı gerçekten merak ettiğim bir husus.

Türkiye’de devlet Arap Baharı’nda İnternet’in rolünü kavrar kavramaz “çocuklarımız için” diyerek İnternet’i filtre sistemine bağlayıp toplumdaki olası bir hareketlenmenin İnternet’ten organize olmasını engelleyebilmek için gereken filtre altyapısını sessiz sedasız inşa etti. Benzeri “İnternet de biraz fazla özgür ama” türünden girişimlere Avrupa’da rastlamak da mümkün. Fakat toplum bir kez olsun kendi menfaatleri için bir araya gelirse su olur, yolunu bulur diye düşünüyorum.

İki fotoğraf yukarıda bacak bacak üstüne atmış vaziyette gazete okuyan adam gibi, güzel bir şeyler olmasını beklemekten başka çare yok. Yeterince uyanık olmak ve güzel bir şeyler olmaya başladığında bunu kaçırmamak dışında bir sorumluluğumuz yok.

***

George Carlin isimli komedyenin ABD ile ilgili dile getirdiği bir tespiti var, bunun yalnızca ABD değil, dünyanın hemen her ülkesi için geçerli olduğunu düşündüğüm için bu yazıya onunla son vermek istiyorum:

Bu ülkedeki ekonomik ve sosyal sınıfları nasıl tanımlıyorum biliyor musunuz? Zengin üst sınıf paranın tümünün üstüne oturuyor, hiç vergi ödemiyor. Orta sınıf asıl işi yapıp vergilerin de tümünü ödüyor. Fakirler ise … sırf orta sınıfın ödünü bokuna karıştırmak ve yaptıkları işlere sıkı sıkıya tutunmalarını sağlamak için orada.

Söz konusu olan son derece temel bir problem. Fakat bence bütün bunlar, düşünmeye değer şeyler.