İstanbul&İstanbul dergisi’nin Haziran sayısında Can Akbulak ile yaptığımız kısa bir röportaj yer aldı. Günlüğe de koyayım, arşiv olsun istedim. Dergiye şuradan ulaşmak mümkün, soru ve cevaplar ise aşağıda.

Röportaj demişken, fotoğraf ile ilgisi olmasa da şurada “bilgisayar mühendisliği öğrencilerine tavsiyeler” niteliğinde taze, yayınlanmamış bir röportajım da var.

***

Fotoğrafa ilginiz ilk ne zaman başladı?

Romantik bir hikayesi olmasını çok isterdim, fakat yok. Esasen fotoğrafa ilgim küçük bir çocukken, babamın Canon AE-1 fotoğraf makinesine dokunmama izin vermemesi ile başladı. Üniversiteyi bitirdikten sonra bu olayı hatırlayıp, geçmişten intikamımı kendime bir fotoğraf makinesi hediye ederek aldım. Fotoğraf ile ilişkim nispeten çarpık bir şekilde başlamış olsa da kısa süre içinde fotoğraftan aldığım tatminin hayatımda başka bir karşılığı olmadığını keşfettim ve ilgim hızla derinleşti.

Türkiye’de fotoğraf sanatına yeterli derecede ilgi ve önemi verildiğini düşünüyor musunuz?

Eğer büyük şehirlerde karşımıza çıkan birkaç izole çabayı bir kenara bırakırsak Türkiye genelinde sanatın hiçbir dalının yeterince ilgi görmüyor olduğundan bahsedebiliriz. Elbette fotoğraf da bundan payına düşeni alıyor. Heykellerin müstehcen denilerek kaldırıldığı bir siyasi otoriteyi tercih eden çoğunluğun ‘değerlerimize aykırı’ diyerek sansürlemeye çalıştığı fotoğraf sergilerini medyadan duymak kimse için sürpriz olmasa gerek. Fakat bir toplumun sanata olan ilgisi ve sanata verdiği önem genellikle ivedi ihtiyaçlarının karşılanmasının ardından doğal olarak ortaya çıkan bir sonuç. Bu bağlamda sanat ve toplum arasındaki ilişki bir nevi toplumun sıhhatinin göstergelerinden birisi. Eğitim, beslenme, barınma gibi temel ihtiyaçları konusunda kaygıları giderilmemiş bir Türkiye’nin sanata ilgi göstermesini beklemek bir haksızlık. Böyle bir ortamda sanatçıların yapması gereken şey ise toplumu bu ihtiyaçlarından alıkoyan dinamikler ile mücadele etmek, toplumla sık sık bir hasmı olarak karşılaşsa da ‘toplum için savaşmakya’ devam etmek olmalı. Kaygı duymamız gereken asıl mevzunun bu tip motivasyonların kendisini sanatçı addeden kişiler arasında çok nadir oluşu olduğunu düşünüyorum.

Sizce iyi bir fotoğraf sanatçısı olmanın altın kuralı nedir?

Bence iyi bir fotoğraf sanatçısı olmanın gereklilikleri iyi bir sanatçı olmanın gerekliliklerinden farklı değil. İyi bir sanatçı olmanın ise benim nazarımda iki şartı var: vizyon sahibi olmak ve rahatsız olmak. Bununla beraber ‘iyi’ çok yüklü bir kelime ve okurların ‘iyi’ olanı tanımlarken duyduğum çekinceden haberdar olmalarını isterim.

Bir fotoğrafı güçlü yapan unsurlar nelerdir?

Bu Roland Barthes ya da Susan Sontag gibi isimlerce detaylı bir şekilde tartışılmış bir soru. Benim buna yanıtım son derece basit; bence değerlendirilebilecek unsurların hepsinin içinde değinmeye değer tek bir unsur var: Bağlam. Zira bağlam, bir fotoğrafın temelini teşkil ediyor bence; ışık, gölge, kompozisyon gibi unsurlar ise fotoğrafın bağlam içinde anlam kazanan detayları. Tam da bu yüzden 1972 yılında Vietnam’da napalm bombası ile vücudu yanan kızın yüzündeki acıyı, ya da 1945 yılında Japonya’nın teslim oluşunun ardından sokakta bir hemşireyi öpen denizciyi hiçbirimiz unutamıyoruz. Estetiği bağlamından önce gelen fotoğraflar ise çöl kumu üstüne bırakılmış demir bilyeler gibi toplumsal belleği sessiz sedasız terk ediyorlar.

İşlerini takip ettiğiniz, beğendiniz sanatçılar kimler?

İşlerini beğendiğim birçok kişi var (Erdal Kınacı, Birol Üzmez, Fatih Pınar bu isimlerden birkaçı). Neredeyse kimseyi düzenli olarak takip etmiyorum. Fakat hâlâ hayatta olan ve son yıllarda her yaptığını dikkatle takip ettiğim üç fotoğraf ismi James Nachtwey, Sebastiao Salgado ve Chris Jordan.

Bir sergi açmayı düşünüyor musunuz?

Şu an düşünmüyorum. Çalışmalarımın tamamı İnternet’te. Bir sergiye gitme lüksü olan hemen herkesin İnternet bağlantısı erişimine de sahip olacağı varsayımından hareketle hiçbir fotoğrafçının çalışmalarını insanlara ulaştırmak için sergiler ile uğraşmaya ihtiyacı olmadığını iddia edebilirim. Bu konudaki görüşlerimin değişmesi muhtemel, fakat sergileri gerekli kılan dinamiklerin epey değiştiğine inanıyorum.

Fotoğrafa gönül vermiş gençlere vereceğiniz tavsiyeler neler?

En büyük tavsiyem fotoğrafa gönül vermiş kişilere tavsiye veren kimseyi dinlememeleri. Fotoğrafa gönül vermiş herkes fotoğrafın hayatlarındaki yerini, onunla ne yapmak istediklerini anlamakla yükümlü. Bana kalırsa insanın kendisini daha iyi tanıması ile sonuçlanan bu yolculuk, başkalarının, özellikle de kendilerine mikrofon uzatılanların tavsiyelerine kulak asarak riske atılamayacak kadar kıymetli ve önemli. Çünkü mikrofon uzatılacak noktaya gelmek, herkesin itina ile uzak durması gereken bir popülizm ve yüzeysellik gerektiriyor.

***

Röportaj böyle.

Can Akbulak’a ve İstanbul&İstanbul dergisine teşekkürler.

Fotoğraf üzerine yazmak keyifli tabi. Fakat nispeten keyifsiz bir biçimde, OECD ülkeleri arasında vatandaşlarına -istikrarlı bir şekilde- en kötü yaşam koşullarını sunan Türkiye’nin gündemine oturan “Kürtaj Yasağı mevzusu” üzerine de bir şeyler karaladım; okuduklarınız buranıza gelmediyse buyurun:

http://bianet.org/bianet/kadin/138778-ataerkil-muhafazakar-toplum-ve-kurtaj

***

Bu arada çok saygı duyduğum fotoğrafçılardan olan -ve 13 Fotoğraf 13 Yorum başlıklı seçkimde de yer verdiğim- Chris Jordan bir film projesi üzerinde çalışıyormuş. Filmin fragmanı şurada:

http://www.midwayfilm.com/

Şurada da Chris Jordan’ın 10 dakikalık bir TED konuşması var:

http://www.ted.com/talks/chris_jordan_pictures_some_shocking_stats.html

Orijinali İngilizce olan konuşmayı Yasin Alp Tuluç’un hazırladığı altyazılarla Türkçe de takip edebiliyorsunuz. Jordan TED konuşmasında çoğunlukla sadece ABD’yi ilgilendiriyor gibi görünen mevzulara odaklı çalışmalarına ayırmış olsa da, Türkiye gibi ABD’deki problemleri geriden takip eden ülkelerin birkaç yıl içerisinde ne tür sorunlarla yüzleşeceğini öngörebilmek açısından izlenmeye değer bir konuşma olduğunu düşünüyorum (bunun yanında bir de Jordan’ın dehasına şahit oluyorsunuz filan).

***

Yemeğe gelen misafirlere son bir güzellik yapmak isteyen ev sahibinin mutfaktan Türk kahvesi ile çıkıvermesi gibi ben de gider-ayak size yeni keşfettiğim ve beni derinden etkileyen Andy Goldsworthy’nin eserlerini arz etmek istiyorum. Neye baktığını anlamak isteyenler için Goldsworthy’nin felsefesini ve işlerini açıkladığı web sayfası da burada.