“Fotoğraf” ile ilgili görüşlerim o kadar hızlı değişiyor ki.. Obsesif bir fotoğraf aşığı olarak olgunlaşma trendine girip girmediğimden dahi emin olamıyorum.

Bir yandan, sahip olduğu lensler dışında bir tane Nikkor 50mm f/1.4D bir tane de Sigma 10-20mm F4-5.6 lens sahibi olmadan kafasındaki fotoğrafları asla çekemeyeceğini düşünen, bir yandan da Leica fotoğraf makinelerine baktıkça kuzuların yeşil vadilere bakıp meeledikleri gibi meeleyen bir fotoğraf insanı olarak zaten “olgunlaşmışlık” ve “anlamışlık” olarak isimlendirebileceğimiz bir seviyeden bir kaç yüz fersah ötede olduğum su götürmez bir gerçek sanırım.

Asıl konuya girmeden önce size bir fotoğraf göstermek istiyorum, siz onu biraz izleyin, sonra devam edelim:

Bu günkü konumuz fotojurnalizm (ve konumuzun yukardaki fotoğraf ile ilgisi yok).

Fena halde kafamı kurcalayan ve muazzam saygı duyduğum insanlar tarafından icra edilen bir şeydir bu. Bu işi çok iyi yapan ve dünyaca meşhur isimler olan Sebastião Salgado, Henri Cartier-Bresson (ki kendisi modern fotojurnalizmin babasıdır), Robert Capa (ki kendisi savaşa dair çekilmiş en ünlü fotoğraflardan birisinin sahibidir) gibi insanlar hep beni işi gücü bırakıp fotoğraf makinemi aldığım gibi basıp gitme arzusu ile doldurmuşlardır.

Fotoğraf kategorizasyonu kolay bir mevzu değildir ve bir çok akademik öneri vardır bununla ilgili. Ben okuduğum her şeyin ardından fotoğrafı ikiye ayırıyorum kimi zaman. “Fotoğrafçı orada olmasa asla yaşanmayacak anların fotoğrafları” ve “fotoğrafçı orada olmasa da yaşanacak olan anların fotoğrafları“. Kafanızda bir sürü soru işaretine dönüşen bu muallak ayrımın üzerine bir de şunu söylersem herhalde iyice saçmaladığımı düşüneceksiniz: “iyi fotojurnalistler onlar orada olmasalar da yaşanacak anları, sanki onlar orada olmasa yaşanmayacakmışçasına inanılmaz bir şekilde fotoğraflayabilenlerdir”.

Photojournalism ve Magnum Photograpy mevzularına daha sonra yeniden döneceğiz. Hem de şu sıralar üzerinde çalıştığım ilk küçük fotojurnalistik projem biter bitmez :)

Geçenlerde New Orleans’taki bir fotoğraf buluşmasında Craig Mammano isimli bir fotoğrafçı ile tanıştım. Kendisi Seattle’dan eşi ile beraber karavanına atlayıp neredeyse bütün Amerika’yı dolaştıktan sonra gelip New Orleans’a yerleşmeye karar veren ve şu sıralar, yeni satın aldığı eski bir evi tamir edip Katrina Kasırgası sırasında gördüğü hasarın ardından “yaşanabilir” hale getirmeye çalışan bir fotojurnalist. Küçük Leica kamerası ile New York’ta yaptığı müthiş çalışmalarına ilerde bu günlükte yer vereceğim.

Hah, yukardaki fotoğraf.. Yukardaki fotoğrafa bakarken ne düşündünüz bilemiyorum. Fakat bu fotoğrafın “şu ana kadar çektiğim fotoğraflar arasında en beğendiğim” fotoğraf olduğunu söylesem ne düşünürdünüz, çok merak ediyorum..