"Bir Şeyin Sanat Eseri Olması İçin Ne Lazım?"
Haftada bir kaç kez anasayfamın ve günlüğümün çeşitli istatistiklerine ve özellikle insanları günlüğüme getiren Google aramalarının neler olduğuna bakmayı ihmal etmiyorum. Bu günlük yazısının başlığı da bir Google araması ile siteye yolu düşmüş birisine ait. İstatistik demişken son bir ayda bu sayfalara gelenlerin dünya gezegeni üzerindeki dağılımları yaklaşık olarak şöyle imiş (günlüğe gelen feedback’lere bakan da biz bize takılıyoruz sanar):
Her neyse.
Aslında başta böyle provokatif bir soruya yanıt yazmaya niyetim yoktu (smiley). İsteksizce “neden böyle bir yazı yazayım ki” dedim kendi kendime. Fakat bir on saniye daha düşününce hiç bir şeyin tanımını yapmadan, bir şeylerin o tanımlamadıkları kavramların, “tamamıyla dahilinde” ya da “tamamıyla haricinde” olduğunu büyük bir cesaretle söyleyiveren ve bu konuda iddialaşan insanlara karşı içimde beslediğim antipatinin beni bu konuda yazmaktan başka bir yolla boşaltamayacağım bir enerji ile doldurduğunu hissettim. Hem düşüncelerimi paylaşmamda ne sakınca olabilirdi ki? (son sözler).
Bir şeyin sanat eseri olması için ne lazım? Bunun yanıtını tek bir cümle ile verebilecek cürete sahip birisinin aynı zamanda aklı başında birisi olma ihtimaline bu günlerde pek inanmıyorum (çok pesimistim son zamanlarda); hele de bu tip konularda çalışan akademisyenlerin bile üzerinde anlaştığı ortak bir çerçeve yok iken.
Bu durumda soruyu biraz değiştiriyorum ve vereceğim yanıt ile hem “sanat”, hem “sanatçı” hem de sorunun orjinalinin aradığı yanıta dair benim sahip olduğum görüşlere ışık tutacak bir forma sokuyorum: “Sanat eserlerinin ortak özellikleri nelerdir?”.
Aslında sanat eserlerinin, ortak özelliklerinden bahsedilebilecek kadar formal bir kalıba sokulmaya çalışılması benim kafamdaki sanat anlayışı ile çelişen bir düşünce; bir şeyin sanat olduğundan ne kadar bahsedemezsek bir şeyin sanat olmadığını da o kadar iddia edemeyiz. Öte yandan bu günlüğe arada bir göz gezdiren, “sanat”, “sanatçı” ve “sanat eseri” konularında benden çok daha deneyimli ve bilgili kimseler olduğunu biliyorum, belki onlar bu paragrafın ilk cümlesi ile ilgili farklı görüşlere sahiptirler, bilemiyorum.
Bununla beraber kendi adıma Salvador Dali’nin “The Persistence of Memory” isimli tablosu ile Marcel Duchamp’ın “Fountain” isimli pisuvarı arasında ya da Oğuz Atay’ın “Tehlikeli Oyunlar” isimli romanı arasında belirgin bir fark göremiyorum. Bana göre saydıklarımın her biri birer sanat eseri ve kendi aralarında ortak olan bir takım özellikleri de yok değil. Yani kalıplara sokmak istemediğim bir şeyin ortak yönlerini hissediyor olmaktan da geri kalmıyorum. İşte bu noktada kendi kendime yeten bir tanım yapmak beni rahatsız etmiyor.
Kaşla göz arasında revize ettiğim sorunun yanıtına dönersek bence şunlar sanat eserleri için kabul edilebilir ortak özellikler:
- Elzem ya da sıradan ihtiyaçlara cevap vermek için üretilmezler.
- Farklı seviyelerde algılanabilirler ve farklı yorumlara açıktırlar.
- İçerdikleri fikirleri ortaya çıkarmak için yaratıcı algılama gerektirirler.
Bu saydıklarım ilk aklıma gelenler ve kuvvetle inandıklarım. Ek olarak bir alt seviyede şunları sayabilirim:
- Ortaya çıkışlarının ardında özgün ve sıradışı bir düşünce vardır.
- Beceri gerektiren bir çaba sonunda ortaya çıkartılırlar.
- İçerdikleri fikirler akla kolay gelir türden değildir.
Bu özellikler aynı heykeltıraş tarafından yapılabilecek bir “nazar boncuğu” ile “düşünen adam” heykeli arasındaki farkı kendime anlatabilmeme olanak sağlıyor (fiziksel boyutlarına ve harcanan emeğe takılmayın). Bu özelliklerden yola çıkarak bir şeylerin kategorizasyonunu kendimce daha net yapabiliyorum.
Arif olanın anladığını ve daha fazlasına ihtiyacı olmadığını bildiğimden yazmaya devam edip her ayrıntıya değinmeye gerek duymuyorum, fakat ilerleyen bir tarihte bu perspektiften fotoğraf mevzusunu nasıl değerlendirdiğimi yazabilirim belki..