Doktora yapmanın ne kadar ciddi bir sorumluluk ve ne kadar zorlu bir süreç olduğunu bu süreci yaşamış ya da yaşamakta olanlar bilirler, bilmeyenler ise doktoranın bilimsel literatüre daha önce orada olmayan bir çentik atmak gibi bir hedefi olduğunu düşündüklerinde kolaylıkla mevzunun çapı hakkında fikir sahibi olabilirler…

Bilimsel araştırma aktivitesi ve bu esnada yapılanlar muhakkak çalışılan alana bağlı olarak değişiklik gösteren bir şey. O’nun da kendi içerisindeki alanları birbirinden farklılık gösteriyor olsa da, biyoloji, bence doktora yapmak için en zorlu alanlardan birisi. Biyolojik araştırmaların tıp alanındaki açılımları göz önünde bulundurulduğunda ne kadar önemli oldukları da yadsınamaz bir gerçek olduğundan gençlere “sakın biyoloji doktorası yapmayın” demek yerine, bu taşın altına elini sokmaya cesaret edenlere ekstra bir saygı duymak gerektiğini düşündüğümü söylemekle yetineceğim.

Biyologları diğer alanlarda çalışanların pek aşina olmadığı ve üstesinden gelmenin güç olduğu bir kaç problem bekliyor. Bu bu problemlerden bir tanesi “zaman”; belirli bir esnada kesinlikle deneyin başında olma mecburiyeti. Deneyde kullanılan kimyasal reaksiyonun belirli bir fazında ya da denek canlının gelişiminin belirli bir noktasında bilim insanının müdahale etmek için deney mahallinde olması şart. Bir deney belirli bir aşamasına 9 saat sonra ulaşacaksa eğer, 9 saat sonra saatin kaç olduğu deney sahibi için üzücü bir ayrıntıya dönüşüp, mesela gece 03’te sıcak yatağını terk edip kimsenin olmadığı üniversite binasına giderek laboratuvarın ışıklarını yarım saatliğine yakmasını gerektirebiliyor. Elbette deneyler bu sürelerin mantıklı zaman dilimlerine denk geleceği şekilde planlanabiliyorlar, fakat bu her deney için mümkün olmayabiliyor. En azından Louisiana Eyalet Üniversitesi’nin Sağlık Bilimleri Merkezi’nde gelişim biyolojisi doktorası yapan B. Duygu Özpolat için arada bir mümkün olamadığını biliyorum.

İdealizmin verdiği güç ile göğüs gerilebilecek bu gerçek dışında Duygu ve diğer biyologlar için problem teşkil etme olasılığı çok yüksek olan bir diğer konu, aşağıda objektife gülümseyen, latince adı Xenopus Laevis olan kurbağanın başına ne geleceğini ne yazık ki pek iyi biliyor olmaları.

Bir başka laboratuvarda doğmuş ve tek varlık sebebi belki de hiç bir sonuç alınamayacak bir deneye materyal sağlamak olan bu kurbağa yüksek olasılıkla bir kaç gün önce beraber yüzdüğü arkadaşının embriyoları üzerinde çalışan Duygu’yu seyrederken, bu penceresiz, florosan ışıkla aydınlanan mum kokulu odada neler olup bittiği ile ilgili pratik tahminlerin ötesinde pek bir fikri yok muhtemelen. Bu albino kurbağa ile birbirimizi en iyi anladığımız konu bu olmalı.

Bu kurbağaların dişi olanları sıkılarak yumurtaları elde edildikten sonra öldürülüyorlar. Erkeklerden spermlerinin alınması işlemi ise zaten ölümlerinin ardından gerçekleşen küçük bir neşter operasyonu ile gerçekleştiğinden yaşamaları mümkün olmuyor, fakat dişilerin yumurtaları vücutları sıkılarak alınıyor ve aslında vazifelerini yerine getirdiklerinde gayet sağlıklı oluyorlar. Yine de doğaya bırakılmaları gibi bir şey söz konusu değil. Kurbağa önce buz dolu bir kovaya konulup bekletiyor. Soğuk kanlı bir canlı olan kurbağanın hayatsal işlevleri soğuk nedeni ile yeterince yavaşladığında küçük bir makas ile omuriliğini keserek hızlı ve acısız olduğu tahmin edilen bir operasyon ile yaşam vücudundan kovuluyor. Öte yandan farelerde ise bu işlemin farenin başına bastırılıp kuyruğunun kuvvetli bir şekilde çekilmesi sureti ile gerçekleştiğini öğrendim. Boynu kırılan fare de nispeten acısız bir yolla yaşama veda ediyor.

Elbette bunları hiç bir bilim insanı hoşlanarak yapmıyor, fakat bu bilimsel araştırmanın bir zorunluluğu. Yaşam bilimi ile ilgili çalışan insanların canlıların üzerinde çalışma zorunlulukları, öte yandan doğal dengeyi korumanın önemini en iyi bilen insanlar olarak laboratuvarlarda kullanılan canlıları neden doğaya salıveremeyeceklerini pek iyi biliyor olmaları çok ironik. Bu konuda kurbağalar ve fareler de dahil olmak üzere herkes üzgün. Fakat yapılacak bir şey yok, bunları düşünmeye vakit yok: Duygu en nihayetinde çok kistli böbrek hastalığının sebebine ışık tutabilmek amacı ile çıktığı yolda çeşitli veriler toplamak için yaptığı bir diğer deneyde kullandığı embriyolar ile ilgilenmek zorunda.

Bir Cumartesi gecesi saat 00:51’de laboratuvarda bir oraya bir buraya koşturan Duygu cephesinde durum bu.

Tulane Üniversitesi’nde doktora yapan, fareler ve anlatmaya çalışmasına rağmen pek anlamadığım bakteri kültürleri üzerinde çalışan Ahmet’in efektif laboratuvar yaşantısının Duygu’nunkinden belki de tek farkı, balığı.

O da gecenin bir saatinde olmayı isteyebileceği yerler listesinde en üstte olmadığını tahmin ettiğim bir yerde.

Toplamda herkes neyi neden yaptığını, neden bulunduğu yerde olduğunu gayet iyi biliyor olsa da, zamanın amaçlarımızı ve büyük resmi unutturduğu lokal kesitlerinde yüzümüze koyduğu ifadelerden birisi var Ahmet’in de yüzünde.

Bir şeylerde sorun var o akşam, hem Ahmet’in hem de balığın canı olan bitene o kadar sıkkın ki ben de ortamdaki elektriğe kapılıyor, deneye lanet edip “nasıl ya? neden çalışmamış ki?” diyorum içimden. Ahmet bir ümit başka bir odada olan mikroskobun başına geçiyor ve ışıkları söndürüyor, olmayınca bir de görüntüyü bilgisayardan izliyor. Ben o esnada yapabileceğim en iyi şeyi yapmaya çalışıp ekrandaki noktaları saymaya çalışsam da bir farenin daha boşa gittiği ve bu deneyden bir sonuç alınamadığını öğreniyorum.

Ahmet genetik olarak mutasyona uğratılmış fareler üzerinde çalışıyor, istenen özelliklerin baskılandığı bir mutanta sahip olmak uzun ve zorlu bir süreç. Memeli bir hayvan olan, kurbağa gibi bir seferde onlarca embriyo ortaya çıkartamayan ve embriyo gelişimi kurbağaya göre çok daha yavaş olan fare üzerinde çalışmanın kendine has zorlukları ve dezavantajları var. Ahmet’in fare ile çalışıyor olmasının benim açımdan da bir dezavantajı olduğunu farelerin kafeslerindeki yiyeceklerden gelen keskin kokuyu hissedince fark ediyorum. Bir self-portre çekiyorum ve labdan çıkıyoruz. Canımız sıkkın.

New Orleans’ta gece olunca şehre mistik bir yalnızlık çöküyor. Sokaklar boş, az önce terk ettiği laboratuvarında çalışmayan bir deneyin sonucuna kızgın bir doktora öğrencisi bir kaç hafta sonra kaza yapıp devireceği ve içinden tırmanarak çıkmak zorunda kalacağı Jeep’in kapısında…

  • Ahmet iyi, kazayı yara almadan atlattı. Kendisinin 4 aydır çalışmayan deneyi kazadan bir kaç gün önce sonuç verdi.
  • Duygu 2 gün sonra doktora yeterlilik sınavına girecek. Yaklaşık 2 haftadır geceli gündüzlü çalışarak yazdığı raporunu henüz bitirdi.
  • Kurbağa öldü. Bayrağı bir başka gülümseyen kurbağayaya devrederken buz dolu bir kova içerisinde geldiği o binayı bir peçeteye sarılarak biyolojik atıklar içerisinde terk etti. Ahmet’in balığı da dahil olmak üzere herkes işin bu kısmı ile ilgili üzülmeye devam ediyor.