Geçtiğimiz hafta fotoğraf açısından çok verimli bir hafta idi benim için. Pazar günü geri çeviremeyeceğim bir rica üzerine La Luna Negra isimli Salsa dans ekibinin fotoğraflarını çekmek için stüdyolarına gittim. Bu ilk profesyonel sayılabilecek iş ile ilgili deneyimlerimi paylaşmak için bir yazı yazmaya üşenmemem gerektiğini düşündüm :)

Öncelikle çok akıllı bir insan olduğum için çekim yapacağım yeri önceden gidip görmedim (zaten ÖSS/ÖYS sınavları öncesi sınava gireceğim okulları da görmeye gitmemiştim). Halbuki daha önce gidip görse idim insanlar beni beklerken etrafa “hmm nerede çeksem acaba” diye koyun gibi bakınmazdım. Onlar da belki ne yaptığını bilen bir insanla çalışıyor olduklarının verdiği güvence ile daha rahat ederlerdi…

Fakat bu iş için bir yansıtıcıya (reflector) ihtiyacım olacağını akıl etmiştim. Alelacele bildiğimiz inşaat köpüğünü alüminyum folio ile sarmış bir şekilde bir anlamda hazırlıklı gitmiştim. Bence müthiş bir performans ortaya koydu. Fotoğraflarda etkisini hissedebilirsiniz zaten. Tavsiye ederim.

Bana “istediğim gibi çekmekte özgür olduğum” güvencesi verilmişti. Bu yüzden önce Siyah/Beyaz’da karar kıldım. Fakat daha sonra bu çekimi kendim için değil, başkaları için yaptığımı hatırlattım kendime ve şımarıklığı bir kenara bırakmaya karar verdim. Renkli tercih etmenin çok daha mantıklı olduğuna da bu noktada ikna oldum.

Fakat bu demek değildi ki kendi tarzımı ve fotoğrafa olan yaklaşımımı tamamen bir kenara bırakıp robot gibi çekmeliydim. Elbette “kompozisyon kuralları” diye bellenmiş saçmalıklarla kendimi sınırlamayacaktım. Acımadım ben de; kestim kafaları, elleri, dizleri.

İşin en zor kısmının insanlarla iletişim olduğunu anladım. 11 kişinin fotoğrafını çektim, 11 kişi ile ayrı ayrı konuşmak zorunda kaldım. Sonuçlardan çok memnunum, fotoğrafı çekilenler ne düşünüyor henüz bilmiyorum, fakat çekimden önce neler düşündüklerini söyleyeyim.

Aşağıdaki hanım kızımız “hiç fotojenik bir insan değilim, bu yüzden pek bir şey beklemiyorum” tadında bir şeyler söyledi:

Bu hanım kızımız “yoldan geldim, korkunç görünüyorum.. zaten az önce içerideyken Micheal iğrenç göründüğümü söyledi” dedi:

Bu hanım kızımız “her fotoğrafta ürkek bir geyik gibi saçma bir ifade ile çıkıyorum, bir tane bile beğendiğim fotoğrafım yok” dedi:

Yani bu kadar güzel olup da bu kadar güvensiz olmak ile nasıl başa çıkılır bilemiyorum. Her birinin ağzına nazikçe bir iki tane çarpasım geldi açıkçası. Fotoğraf çekerken bir de onları sakinleştirmek, rahatlatmak gerekiyormuş, bunu anladım. Çekim sırasında ve sonrasında beğendiklerimin bir çoğu poz değil, doğal olan fotoğraflar.

Olayı çözdüm ama, bundan sonra sırtım yere gelmez. Sizin de sırtınız yere gelmesin diye “portre fotoğrafı nasıl çekilir?” sorusuna yanıt veren ve dün keşfettiğim sırrımı buradan paylaşıyorum (çok açık kaynak kodlu bir insanımdır): Işığı ve kadrajı ayarlıyorum, sanki hiç bir şey yokmuş gibi insanlarla konuşmaya devam etmeye çalışıyorum (ama aynı esnada kadrajı istediğim şekilde tutabilmek için canım çıkıyor, bu yüzden pek beceremiyorum), onlar bir süre sonra unutuyor gibi oluyorlar, öyle bir an geliyor ki poz vermeyi bırakıp söylediğim bir şeye doğal bir tepki veriyorlar, onlar tekrar “ay, fotoğrafım çekiliyor, poz vermeliyim” noktasına dönene kadar deklanşöre basarsam tamam, basamazsam, baştan alıyorum.

Çünkü insanlar fotoğraf makinesinin karşısında korkuyorlar. Bunu anladım ben dün. Doğallıklarını tamamen yitiriyor ve gergin canlılar haline geliyorlar.

Ha bir de yorgun gülümseme™ diye bir şey keşfettim. İnsanlar poz veriyorlar, çekim uzun sürünce o yapmacık gülümseme yoruluyor, artık surat düşmeye başlıyor fakat dudaklarda halâ bir gerginlik.. O zaman “şu yorugun gülümsemeden kurtulabilir miyiz?” diye soruyorum, kikirdediklerinde de basıyorum tetiğe. Bam.

İşte böyle.

Duygu çok yardım etti. Reflektör tuttu, fikirleri ve seçimleri ile bana yardımcı oldu. O olmasaydı ne yapardım, hatunların arkalarından şöyle güzellerdi böyle şirinlerdi geyiklerini kiminle yapardım, bilemiyorum. Kendisine huzurlarınızda teşekkür ederim ;)