Sanatın Köklerine Doğru…
Science isimli meşhur bilim dergisinin 6 Şubat 2009 tarihli sayısını okuyordum. Micheal Balter imzalı bir makale dikkatimi çekti. Makale, 1994 yılında Fransa’nın güneyindeki Chauvet Mağarası‘nda araştırmacılar tarafından keşfedilen mağara resimlerinden, başka dönemlere ait heykelcikler ve araç gereçlerden yola çıkarak sanatın temelini oluşturan sembolik ifade yeteneğinin insan hayatına ne zaman ve nasıl girdiğine dair görüşleri tartışıyordu.
Makalenin tamamının alıntılandığı ya da makalede tartışılan düşünceleri tartışan bir yazıdan ziyade makalenin bana düşündürdükleri ile ilgili bir yazı bu. Arzu ederseniz özgün makaleye buradan ulaşabilirsiniz.
Üstteki fotoğraf girişte bahsettiğim mağaranın bir fotoğrafı. Araştırmacılarının bulduklarında büyüleyici güzelliği karşısında göz yaşlarını tutamadıkları bu eserin panaromik bir fotoğrafı ise şöyle:
Açıkçası yukarıdaki imajın kaynağını bilmese idim ve birileri bana bunun ne olabileceğini sorsa idi muhtemelen ilk tahminim bu eserin 20. yüzyıl dolaylarında yaşamış bir sanatçının sürrealist bir eseri olduğu yönünde olurdu. Birbirine geçmiş bu aslanların, gergedanların, atların, bizonların bu mağaraya meşaleler ile giren birileri tarafından kömür ve kök boyası kullanarak 30.000 yıl önce çizildiğini bilmek hayret verici ve bence fena halde düşündürücü.
İlk insanların 50.000 ilâ 100.000 yıl önce Afrika’dan dünyaya yayılmaya başladığı ve yaklaşık 40.000 yıl önce Avrupa’ya ulaştığı öngörülerini göz önünde bulunduracak olursanız, 30.000 yılın insanlık tarihi açısından ne kadar uzun bir zaman öncesine denk geldiğini görebilirsiniz.
Bu gün itibarı ile yukarıdaki fotoğraftaki resim, şu ana dek bulunan en eski mağara resmi olmak gibi popüler bir sıfata sahip.
Zaman zaman bir şeylerin “en eskisini“, “ilk örneğini” bulmaya çalışmanın anlamsız çekiciliğine kapılmamak elde değil. Bununla beraber aslında bir çok şey kendinden öncekilerden küçük adımlarla farklılaşan kademeli bir geçişin ürünü olduğu için “işte bulduk, ilki buymuş” denebilecek bir şey bulmayı beklemek pek sağlıklı değil. Micheal Balter’ın makalesinde çalışmalarından bahsettiği araştırmacılar da sanatın insan hayatına girişine dair tam bir tarih vermek için en eski örnekleri aramak yerine onun sembolik köklerini aramanın daha verimli olacağına inanmışlar. En nihayetinde “sanat” olarak adlandırdığımız iletişim şeklinin varlığını, insanın anlam nakledebilecek sembolleri inşa edebilmek için gereken bilişsel yeteneğe sahip olmasına bağlayabiliriz. İnsanın sahip olduğu bu yeteneğin bir anda var olmayıp aşamalı bir şekilde ortaya çıktığını düşünüyorsak, sanatın da bir anda ortaya çıkmadığını rahatlıkla varsayabiliriz; ya da en azından, ilk sanat eserini aramanın pek anlamlı olmadığını söyleyebiliriz.
Dolayısıyla bilinen en eski resim 30.000 yıl önceye uzanıyor olsa da “sanat insan hayatına 30.000 yıl önce girmiştir” demek mümkün değil. Örneğin aşağıdaki fotoğrafta gördüğünüz eser Afrika’daki bir mağarada bulunmuş ve 77.000 yaşında. Etrafındaki diğer buluntular ile arasında nasıl bir fark olduğunu görebildiğinizi tahmin ediyorum. Kimileri tarafından alışagelinen sanat anlayışından farklı görünüyor olabilir, fakat aklı başında birisinin kolaylıkla “bu bir sanat eseri değildir” ya da “belli ki bunu yapan her kim ise amacı bir şey anlatmak değildi” diyebileceğini zannetmiyorum.
Fotoğraf Chris Henshilwood’a ait. Orijinal kaynağı ise burası. |
Benzeri kimi örnekler çok yakın akrabalarımız olduğu düşünülen ve izlerine 1.400.000 ilâ 200.000 yıl öncesine kadar rastlanan Homo heidelbergensis‘a, Homo erectus‘a değin uzanıyor.
Araştırmacılar sanat ve sembolik ifade yeteneğinin, Darwin’in evrim teorisinde türlerin çeşitliliği ve ortaya çıkışı ile ilgili önerisinde olduğu gibi “aşamalı bir şekilde” (gradually) insan hayatında yer bulduğu, bir anda yoktan var olmadığı fikri ile ilgili yaptıkları bir deneyden ve sonucundan bahsetmek istiyorum:
Dietrich Stout isimli bir bilim insanı önderiliğindeki araştırmacılar bu deneyi taş yontmacılığı konusunda yetenekli 3 arkeoloji araştırmacısını kullanarak yapıyorlar. Bu kişilerden 300.000 ve 120.000 yıl* öncesine ait iki grup içerisinde yer alan araçların aynılarını yontmalarını istiyorlar ve onlar yontarken beyinlerindeki hareketliliği pozitron emisyon tomografi yöntemi ile inceliyorlar. Arkeologlar eski döneme ait olan taşları yontarken beyinlerinin “görsel” ve “motor” fonksiyonlardan sorumlu kısımlarını kullanıyorlar, yeni döneme ait olan araçları yontarlarken ise beyinlerinin “görsel“, “motor” fonksiyonlarının yanında “dil” ve “konuşma” fonksiyonlarından sorumlu kısmı da devreye giriyor. Okuduğumda tüylerim diken diken oldu açıkçası. Bu deney karmaşık araçların üretilmesi ile sembolik düşünebilme ve anlatım kabiliyetinin, benzer bilişsel yetenekleri gerektiriyor olduğunun bir göstergesi olduğu kadar insanların karmaşık aletler yapabilmeye başlamasının beyinlerinin zaman içerisinde sembolik olarak ifade etme yeteneğine sahip kısımlarının evrilmesi ile mümkün olduğunun da bir göstergesi.
Doğal seçilimi de işin içine kattığımız zaman, biz bu gün burada isek ve sembolik olarak düşünebiliyor ve kendimizi bu yolla ifade edebiliyorsak, “sembolik ifade yeteneği olanların, bu yeteneğe sahip olmasından ileri gelen bir avantajı olduğunu” var sayabiliriz. Sanatın temelinde yatan sembolik ifade yeteneği insan evriminin bir parçası olarak evrildi ise bu yeteneğin insanlara sağladığı avantaj, onların “fit” olma durumları üzerindeki pozitif etkisi ne idi acaba? (Bir çok evrim teorisyeninin bu soruya kızabileceğini tahmin ediyorum aslında, fakat düşünmesi keyifli ;) Bu konudaki spekülasyonlarınızı paylaşmaktan çekinmeyeceğinizi umarım :)
Söz evrimden açılmışken, içinde bulunduğumuz yılın, ortaya attığı teori ile biyolojik çeşitliliğin etrafındaki sis perdesini aralamak konusundaki çabalara en kayda değer katkılardan birisini sağlayan Charles Darwin’in doğumunun 200’üncü yılı olduğunu hatırlatmak ister, bu vesile ile belki evrim teorisi hakkında bir kaç şey okumak istersiniz ümidi ile bir iki leziz bağlantı vermekten kıvanç duyarım:
Lütfen en büyük cahilliklerimizin çoğunlukla bildiğimize inandığımız konuların içerisinde saklı olduğunu unutmayın.
_
* Bahsi geçen araçlar pre-acheulean ve late acheulean dönemlerine ait. Bu kavramlara yabancı okuyuculara bir anlam ifade etmesi için yaklaşık tarihleri (pre-acheulean için 300.000 yıl, late acheulean 120.000 yıl) Wikipedia’daki bir tablodan aldım.