Geçen hafta hayırlı bir sebeple Maryland eyaletinin Baltimore isimli leziz şehrine gittik. Hoş ben gitmeden evvel vaktimizin büyük çoğunluğunu Washington DC’de geçireceğimizi sanıyordum… Neyse. Standart merenlikler bunlar. Oluyorlar.

Baltimore denilen yer halet-i ruhiyesi ve sevimliliği itibarı ile, bildiğimiz Çanakkale. 15 kilometre kadar yürüyerek kayda değer kısımlarını dolaştım ilk gün. Çok sevdim, çok hastası oldum. Zaten Çanakkale’yi de çok severim, çok özlerim. Artvin bir, Urfa iki, Çanakkale üç. İstanbul, İzmir, Ankara sizin olsun.

Bu da çok Amerikalı bir hadise: adamlar millet üstüne oturup nefeslensin diye koydukları bankın üzerine “Baltimore. Amerika’daki en muhteşem şehir” yazmışlar. Türkiye’de mesela karşılaşmazsın böyle şeylerle. İskenderun’a gittiğinde “İskenderun. Türkiye’deki en muhteşem şehir” filan yazmaz. Mesela Detroit’te “Baltimore. Amerika’daki en muhteşem şehir” yazsa, bir noktaya kadar tamam diyeceksin. Ama bu Amerikalılık böyle bir şey. Adamlara “sen kendi kendini övdüğün zaman o saylanmaz” diyorsun, anlamıyorlar. Hoş bizimkiler de anlamıyorlar. Neyse.

Ayrıca Baltimore gerçekten de Amerika’daki en muhteşem şehirse, bu çok rafine, çok mühim bir bilgi mesela. Hakikaten. Kolay değil çünkü öyle en muhteşemin ne olduğunu bulmak. Bizim hayatımız en muhteşemi aramakla geçiyor, hangimiz bulabiliyor? Böylesi önemli bir şeyi de bankın üzerine yazacağına dağa taşa her yere yaz. Mesela Türkiye’de biz önemli olan şeyleri dağa, taşa her bir tarafa yazarız. Banklarımızda da “Vakıfbank“, “Mustafa kalp Pelin“, “cCc reyis dedeler cCc” filan yazar.

Banklara taşıyamayacakları sorumlulukları yıkmayıp önemli olan her şeyi dağa taşa yazma bilinci konusunda Baltimore’un kendi kalesine attığı gol ile Amerika ** – **1 Türkiye. Maç devam ediyor.

Baltimore’un haritada nasıl göründüğüne baktıysanız kendisi bir koyun etrafına konuşlanmış bir şehir. Hani her tarafı deniz olan şehirler vardır ya, burası her tarafı şehir olan deniz filan gibi bir miktar. Her yer yat, marina cenneti. Uzaktan evinde bizi misafir eden dünyalar tatlısı Çiğdem kişisinin bahsini ettiği -ve Federal Hill olarak anılan- tepeyi görünce “dur bi gidem de Inner Harbor isimli koyu şöyle güzelcene görüverem” dedim.

Denizin kenarından kenarından uzaktan gördüğüm tepeye doğru yürürken, dikkatimi ne kadar çok insanın fotoğraf çekiyor olduğu çekti. Herkesin elinde bir dijital fotoğraf makinesi, o artık yirmibirinci yüzyıl insanın ön tanımlı silueti haline gelmiş olan ve her yerde karşımıza çıkan “cep telefonunun ekranına bakmakta ve bir şeyler yazmakta olan Homo sapiens urbanus” gibi, “fotoğraf makinesinin LCD ekranına bakarak kendisinden önceki turistin çektiği şeyi çekmekte olan turist” insanları ile doluydu her yer. Aşağıdaki sahneyi görünce dayanamadım artık, ben de onları çektim. Aranızda aşağıdaki fotoğrafta fotoğraf çekmekte olan kaç kişi olduğunu saymak isteyenler çıkacaktır muhakkak. Garip geliyor bazen bana. Ama yok, buna isyan ediyor filan değilim. Çekecek tabi insanlar.

Tepeye yaklaştıkça bayrağın da büyüklüğü kendini göstermeye başladı. Şanlı Amerikan bayrağı haşmetle dalgalanıyordu. X ülkesinde gezerken X ülkesinin bayrağını dalgalanırken görmek kadar harika bir şey yok bence.

Tepeye merdivenlerden çıkarken içimden “kesin yukarıda bir çocuk parkı, salıncaklar filan vardır” diye geçirdim. Vardı da gerçekten. Çoğunlukla olduğu gibi bu salıncaklarda salıncakta sallanma yaşı geçmiş birisi sallanıyordu. Bu sefer de içimden “bu kesin okulu ekmiş, gelmiş buraya sallanıyor” dedim. Zira biz de okulu ektikten sonra atari salonlarına gider, hem fakir hem de çok kötü atari oynayan çocuklar olduğumuzdan jetonlarımızı hemen bitirir sonra da gidip salıncaklarda filan sallanırdık. Tepe her yerde tepe. Okul her yerde okul. Salıncak her yerde salıncak. İnsan her yerde insan. Bunu da bir kenara not alın.

Yukarıdaki fotoğrafı çektiğimi fark eden delikanlı atlayıp yanıma geldi. Sonradan öğrendim ki ismi Matt imiş. “Hey, selam. Askeri okullara giriş sınavına mı hazırlanıyorsun?” diye sordu bana. Ben de “hayır, neden öyle düşündün?” dedim. Meğersem bazı askeri okullara giriş sınavı öncesinde tamamlanması gereken hazırlık kalemlerinden birisi dışarıda tanımadığın insanların “action” fotoğraflarını çekmekmiş. Gülerek “hah, eline silah verilip olmadık bir yere olmadık işler yapmak için gönderilecek insanları seçmek için çok önemli bir kriter gibi duyuldu gerçekten .. askerlik her yerde askerlik” dedim. Güldü. “Ne arıyorsun burada?” diye sordum. İnanmazsınız, okulu ekmiş (lise sonrası üniversiteye hazırlık okuluna gidiyormuş). “Tahmin etmiştim” demedim artık. Saçı uzun diye kendisine kıl olan kabadayı tiplerden birisi omuz atmış bizimkine okul kantininde. Arkasını dönüp “ne var?” demiş Matt de. Diğer eleman “sus ve yürümeye devam et” deyince sinirinden buraya kadar yürümüş… Anlatırken sinirden ve heyecandan yanağı seğiriyordu. Ona Türkiye’deki liselerden, liselerde insanların neler yaşadığından bahsettim. Aynı. “Tepe her yerde tepe dedim” Matt’e. “Saç her yerde saç. Mankafa her yerde mankafa. Not al bunu da bir kenara“.

Bilimden, Meksika Körfezi’ndeki petrol sızıntısından filan konuştuktan sonra “ben gideyim” dedi, Matt. Belki pek gidesi yoktu da, beni yalnız bırakmak istedi. Düşünceli çocuk. Ben de manzaraya döndüm. Güzel şehirdi Baltimore. Çanakkale gibiydi. Tam da değildi ama, öyleydi işte biraz. Anlayan anlardı. Bir panorama çektim aşağıya inmeden evvel.

***

Daha Türkiye ülkesindeki Google yasağından haberim yoktu. Dolayısıyla İsrail taraftarı göstericilerin eylemlerine rastladığımda sinirlerim o kadar bozuk değildi.

Gazze’ye giden yardım gemisine düzenlenen askeri operasyon esnasında 9 kişinin ölümüne sebep olan İsrail ülkesi verdiği bu korkunç kararın ardından Amerika’dan bile tatsız laflar işitti. İsrail’in yaptıklarına neredeyse İsrailin kendi içerisindeki eleştirmenler kadar dahi ses çıkarmayan ve her şeye tam destek, her koşulda tam destek politikasını izleyen Amerikan kamuoyu bile bu olay üstüne şöyle bir durup “hmm” demişti. Bu yüzden medya propagandasının çekici ile beyin travması geçirmekte olan Amerikan kamuoyuna, olan biteni anlatıp kafası karışmış olanları yeniden uykuya yatırmak gerekli olmuştu elbette.

Pankartlardan birisinde şöyle diyordu:

Barış elçileri bıçak ve sopa kullanmaz.

Bir diğer pankart ise işi bir adım daha ileri götürüyordu:

Ya Hamas sizin mahalle dolaylarında olsaydı? İsrail’i şimdi destekleyin!

Pankartlar, tepkisel indirgemecilik ve red herring* ile halkın düşüncelerini alenen maniple etmeye çalışıyorlar. Başarıyorlar da muhtemelen. Nitekim mantık hatalarını ayıklayamayan toplum, olmadık şeylere inanıveriyor. Benim ülkemde de durum farklı değil, oradan da biliyorum. Propaganda her yerde propaganda. Cahil her yerde cahil.

Hatta bir pankart iyice abartıyor. Pankartta şöyle diyor:

Gazze’yi barış için verdik. [aldığımız karşılık] 10.000 roket [ve] 8 yıllık baskı [oldu]. Hamas’ı durdurun!

Vay be.

Sokağın köşesinde bir grup insan toplanmış ve sadece bana değil birçok insana göre her açıdan, her seviyede yanlış olan mesajlar veriyorlar. Ama “böyle ifade özgürlüğü olmaz olsun” diyerek bu insanlara saldıranlar Amerika’da yoklar. Olay yerinde sadece bir polis var, o da yolun karşısında öyle duruyor. Bu insanlara bakarken Trabzon’da basın açıklaması yapmaya çalışırken polisin filan gözü önünde mobun gazabına uğrayan öğrenciler geldi aklıma. Orada bir içim sızladı işte.

***

Yolun karşısında ise başka bir grup var: Women in Black (“siyah giyen kadınlar“). Bu uluslararası organizasyon herhangi bir merkeze bağlı olmayan, sivil ve sessiz bir protesto yöntemini benimsemiş, birçok ülkeden katılımcısı olan bir organizasyon. 1998 yılından beri aktif bir şekilde İsrail’in işgali kayıtsız şartsız durdurmasını istiyorlar. Tüm olanlardan ötürü İsrail’i suçluyor, Filistin’in haklarını “sükûnet içinde” savunuyorlar (“Women in Black” iki kez Nobel Barış Ödülü’ne de aday gösterilmiş, ciddi ve bilinen bir organizasyon bu arada (Türkiye ayakları yok, başlatmak isteyen birisi varsa başlatabilir, kimseden izin almasına gerek yok (daha fazla bilgi için web sayfalarını okuyabilirsiniz))).

WIB sessiz protestolarını dile getirirken -ve gelen gidene bilgi verirken- ne karşıdakiler bu gruba laf atıyor, ne bu grup karşıdakilere laf atıyorlar. Hatta diğer köşeye de birkaç kişi geçip Filistin bayrağı açıp Hamas lehine sloganlar atsa onlara da kimse dalaşmayacak, biliyorum. Biraz daha kıskanıyorum.

Tam yanlarından ayrılacakken “biz her dilde ‘barış’ diyoruz” diyor o sırada sohbet etmekte olduğumuz teyze. Sonra çantasından bir kart çıkarıyor (“gerek yok” diyorum, “bulunsun bulunsun” deyip zorla veriyor):

***

Birbiri ile çok ilgili konular olmasa da, Gazze açıklarında yaşananların üzüntüsünün üzerine bu konuda her kutuptan insanın nasıl bir propagandaya maruz kaldığını canlı canlı görmek, bunun üstüne kendi ülkemde gerçekleşebilmesinin uzun yıllar alacağını tahmin ettiğim bir seviyede idrak edilmiş olan ifade özgürlüğünü sokakta kanlı canlı görmek, bunun üstüne pasifist direniş gösteren kadınların kararlılığı filan eklenince ruhum isyan bayrağını törenlerle göndere çekmeye başladı.

Derken o akşam tüm bunların üstüne Türkiye’de Google’ın IP adreslerinin Atatürkçü Düşünce Derneği‘nin açtığı davalar sonucu alınan kararlar sebebiyle yasaklandığını, Google uygulamalarını kullanan, o uygulamalar ile iş geliştiren, iletişimini Google altyapısı ile gerçekleştiren projelerin işlerine devam edemediğini ve çok müşkül durumda kaldıklarını öğrendim. Ahmak her yerde ahmak, cahil her yerde cahil de, ama bazı şeyler var ki her yerde aynı değil işte.

Başımıza gelenler dünyanın birkaç ülkesi dışında hiçbir ülkenin vatandaşlarını başa çıkmak zorunda bıraktığı türden saçmalıklar değiller. Yıl olmuş 2010, yasak mı kalmış artık.

Ortaokul, lise ders kitaplarında bize Atatürk’ün savunduğu söylenen değerleri onun ismi arkasına saklanarak ayaklar altına almakta beis görmeyen, statükocu, demokrasinin ve özgürlüklerin karşısındaki Atatürkçü Düşünce Derneği ve dünya görüşü 50 yıl öncede takılıp kalmış hakimlerin ve tüm bunlara sessiz kalan cahil politikacıların kolektif çalışmaları neticesinde yürürlüğe girmiş olan utanç verici bir YouTube yasağının çoktan ikinci yılını doldurduğu bir ülkenin vatandaşlarıyız. Öğün, çalış, güven.

2010 yılında YouTube’ün yasaklı olduğu diğer ülkelerin hangileri olduğunu sayayım da devleti ve hukuk sisteminin çarklarını döndürenlerin, hangi ülkelerinkiler ile aynı çapta olduğunu hep birlikte hatırlayalım:

  • İran
  • Irak
  • Birleşik Arap Emirlikleri
  • Tayland

Hatta cila niyetine şöyle bir ayrıntı da vereyim eğer duymadıysanız: geçenlerde bir İslam Cumhuriyeti olan Pakistan’da YouTube peygambere hakaret ettiği düşünülen videolar sebebi ile yasaklandı. Pakistan dış işleri bakanı, hükümetteki meslektaşlarını “site kapatmanın iyi bir şey olmadığına ikna etmesi” ile 96 saat sonra yasak kalktı. Bunun üzerine bir düşünün. Türkiye’nin sansür ve yasak konusunda hangi ligde olduğunu iyi belleyin.

Türkiye’nin, İran’ın, Irak’ın, Arap Emirliklerinin, Tayland’ın insanlarının birleşip, onları daha sefil yaşamlar sürmeye mecbur kılan, sansür ve insan hakları ihlallerini bu insanların yaşamlarının bir parçası haline getiren devlet adamlarına karşı baş kaldırmaları, düşünce ve ifade özgürlüklerini, en temel haklarını, politikacıların ve paranoyak derneklerin kıçının altından çekip çıkarmaları, sansür yapma ve yasak getirme yetkisini bu mercilerin elinden söke söke almaları gerekiyor.

Benim hiçbir zaman Türkiye’ye geri dönmemek gibi bir planım olmadı. Bununla beraber yurt dışında geçirdiğim süre boyunca dönmemeyi tercih edenlere kızmamayı ne yazık ki öğrendim.

Böyle söyleyince çok naif duyulacak ama, bundan sonra yukarıdaki çizgide hareket edip neticeye varmak için planları olan her tür oluşuma denk düşen her seviyede destek olmak için daha fazla mesai ayırmaya karar verdim. Herkes elini bir miktar taşın altına sokarsa Türkiye en azından sansür illetinden kurtulabilir.

***

Sonradan gelen ekleme: Hosts dosyanıza aşağıdaki girdileri eklemek, Google yasağını aşmak için geçici bir çözüm olarak kullanılabilir:

74.125.43.103   www.youtube.com

74.125.43.103   www.google-analytics.com

74.125.43.103   google-analytics.com

74.125.43.103   code.google.com

74.125.43.103   translate.google.com

74.125.43.103   investor.google.com

74.125.43.103   groups.google.com

Ekrem Seren başka bir platformda yaptığı yorumda aşağıdaki adresleri eklemenin de docs ve spreadsheat için yardımcı olduğunu yazmış:

74.125.43.103 docs.google.com

74.125.43.103 spreadsheets.google.com

Bilgilerinize.

Not: Microsoft işletim sistemlerinde hosts dosyasını nasıl düzenleyebileceğinize dair bilgi daha önce YouTube yasağını almak isteyenler için şurada verilmiş, hosts dosyasını düzenleme yöntemi aynı, dolayısıyla o yazıyı okuyup YouTube örneği yerine yukarıdaki satırları kullanabilirsiniz. Linux kullananlar ise root hakları ile /etc/hosts dosyasını açıp sonuna bu satırları ekleyebilirler (bu arada ‘e ben de Microsoft işletim sistemlerinden bıktıydım zaten‘ diyorsanız Pardus var mesela, çok sever o sizi).

  • Hiç açıklama yazmamışım, üzgünüm. Red Herring, Uygar Polat’ın Türkçe’ye “konuyla alakasız argüman” olarak çevirdiği bilinen bir mantık hatası. Kendisinin mantık hatalarına örneklerle değindiği bir yazıyı son derece eğitici ve keyifli bulabilirsiniz: http://nodrylight.wordpress.com/2008/12/31/mantik-hatalari-top-10/