Kocaeli Depremi olduğunda depremle ilgili duyduğum ilk haber 44 kişinin öldüğü, yaralıların olduğu, yardım ekiplerinin müdahale için yola çıktıklarından ibaretti. Saatler, günler geçtikçe felaketin gerçek boyutları karşısında bu ilk bilgiler anormal derece iyimser kalmış, artık bir yerden sonra sayılar yuvarlanmaya başlanmıştı.

Evvel zaman içinde günlerden bir gün, ortaçağ Avrupasında yaşamış bir rahibin kargaların kaça kadar sayabildiklerine dair kendi çapında nasıl bir araştırma yaptığının, sonuç olarak da kargaların “bir, iki, üç ve çok” şeklinde sayabildiklerini nasıl keşfettiğinin hikayesini okuduğumda çok etkilenmiştim. Zira insanlar da çok farklı değillerdi. Beyinlerimiz büyük rakamları algılamakta ve değerlendirmekte güçlük çekiyordu. Bir yerden sonra rakamlar yuvarlıyor, bir yerden sonraki her şeye “çok” deyip geçiyorduk.

İkinci dünya savaşında 25 milyonu asker olmak üzere 70 milyondan fazla insan ölmüş mesela. Durun, bir sorun kendinize: Bu insanlar için üzülmüyor musunuz? Üzülüyosrunuz elbette. Fakat eğer rakamların üzerimizde gerçekten lineer bir etkisi olsa idi, 70 milyon insanın ölümü için üzülmekten hepimiz kanser olurduk. Fakat bir, iki, üç ve çok işte. 70 milyon. Küsurata gerek yok. Çok insan ölmüş, biz de çok üzüldük, kapattık o defteri.

***

BP isimli petrol devinin Meksika Körfezi’ndeki Deepwater Horizon isimli açık deniz petrol arama platformundaki patlamanın haberi de Kocaeli Depremi haberinin gidişatını izledi benim için.

İlk önce “bir patlama oldu, 11 işçi öldü birçok işçi yaralandı” dendi. Daha sızıntı haberleri filan yok ortada. Sonra BP “biz aslında o sırada deniz seviyesinin 1500 metre altında sondaj yapıyorduk, ama problem yok, böyle durumlarda petrol çıkışını engelleyen über teknolojik bir aletimiz var” dedi. Eh, iyi mademdi. Belli ki halledeceklerdi. Ama sonra “ya bizim böyle durumlarda kullandığımızı söylediğimiz über teknolojik bir alet vardı ya, o çalışmadı, galiba birazcıcık petrol sızacak, ama hissetmeyeceksiniz bile” dedi BP. Hemen ardından da “evet, petrol hakikaten sızıyor, ama öyle çok çok bir şey değil, altı üstü günde 800.000 litrecik” dedi.

Bu sırada BP petrolün etkileri yüzeyde görünüp de hisse senetleri tepe taklak olmasın diye -kaşla göz arasında- yeterince test edilmemiş ve etkileri tam olarak bilinmeyen 2.500.000 litre kimyasal çözücüyü denize uçaklarla döküverdi ve petrolün bir süre yüzeyde görünmeyip denizin içinde çözünüp topak topak derinlerde kalmasını sağladı. Muhtemelen o sıralar BP bu işi ciddi bir kamuoyu tepkisine sebep olmadan kolayca çözebileceğine dair ümitli idi hâlâ.

En son BP’nin günde 800.000 litrecik dediği petrol sızıntısının aslında günde 9.500.000 litrecik olduğunu, bu problemin de öyle kolay kolay çözülmeyeceğini öğrendik. Sonra fotoğraflar, uydu görüntüleri filan gelmeye başladı.

Meğersek hergün dokuzmilyonbeşyüzbinlitrecik petrol denize karışmaktaymıştı.

Çok litre.

Eğer tam şu anda Ay’da bir adamın aç ve susuz olduğunu öğrensek, insanlık olarak o adam açlık ya da suzuluktan ölmeden ona yiyecek yetiştirecek, ve hatta makul bir süre içerisinde de Dünya’ya sağ salim dönmesini sağlayabilecek teknolojiye sahibiz neredeyse. Fakat denizin 1500 metre derinliğinde hiçbir otoritemiz yok. Çok derin. 150 atmosfer basınç. Çok basınç.

***

Birkaç gün önce buradaki yerel bir gazetenin fotoğrafçısı olarak neler döndüğünü görmek için, geçen gün ise petrol sızıntısının mikrobiyal ekoloji üzerindeki etkilerini araştıracak geniş çaplı bir araştırmaya örnek veri toplamak vesilesi ile laboratuvardan insanlarla Louisiana’nın kıyı şeridinde yer alan ve petrolün etkilerinin görülmeye başladığı Grand Isle isimli bölgeye gittim.

Aşağıdaki fotoğraflar bu iki gezi esnasında çektiğim fotoğraflardan derleme. Meren olay yerinden bildiriyor yani. Okurken nereden bahsettiğimi bilmek isteyenler baksın diye sızan petrolün nasıl ilerlediği ve Grand Isle’nın nerede olduğuna dair bir harita hazırladım: http://tinyurl.com/3xyebnx.

***

Grand Isle’ın tüm sahil şeridi kapatılmış durumda. Askeri araçlar ve temizlik görevlileri var ortamda fakat arada bir kıyıya vuran petrol parçalarını küreklerle toplamak ve torbalara koymak dışında bir şey yapmıyorlar.

Sahil şeridinin geneline baktığınızda öbek öbek kum tepecikleri görüyorsunuz. Deniz de temiz sanki, görünürde petrolün bir etkisi yok. Eh, zaten haritaya baktıysanız Grand Isle petrolden o kadar da çok etkilenen bir bölge değil gibi. Fakat görünüme aldanmamak gerekli.

Çünkü yukarıdaki fotoğrafta dalgaların kıyıya vurduğu yere gidip içine baktığınızda, BP’nin denize döktüğü kimyasallar yüzünden öbek öbek toplanmış petrol yumrularını görüyorsunuz suyun içinde. Bunların bu şekilde kilometrelerce devam ettiğini, denizin dibinin bunlarla dolu olduğunu düşünün. İşte bu, güya sızan ham petrolun etkilerinin minimum gözlendiği yerdeki durum.

Şöyle bir durum var: İnsanlar, petrolün kendisini petrole bulanmış kuşlar, kıyıya vuran yunuslar, balinalar, kaplumbağalar ve ölmüş balıklar şeklinde gösterdiği bölgelere, petrol sızıntısının gözle görülen makro etkilerine odaklanıyorlar. Evet, bunlar hali hazırda yeterince üzücü ve can sıkıcı elbette. Fakat hemen her olayda olduğu gibi bu olayda da, petrol hadisesinin medyanın ilgi gösterdiği ve anlayabildiği kısmı, gerçek trajedinin çok küçük bir kısmı olabilirmiş gibi geliyor bana. Bu konuyu araştırmayı, bu mevzuya dair bir çalışmanın içerisinde olmayı çok istedim. En başta istediğim şekliyle olmasa da bir çalışmanın parçası oldum gibi.

Benim en baştaki mütevazi hipotezim petrol sızıntısının etkilerinin petrolün gözle görüldüğü bölgeden çok daha geniş bir alanda hissedilebiliyor olabileceği idi. Bu bağlamda, petrol sızıntısının etkilerinin gözle görülmediği bölgelerde de canlılık açısından bir etkisi varsa, bunu tespit etmenin ve araştırmanın en hızlı yolunun mikrop topluluklarını analiz etmekten geçiyor olabileceğini düşünüyordum. Meğer bu hipotez sadece benim aklımı kurcalamıyormuş ki çalıştığım enstitünün başındaki beyamca geçen gün -bu yukarıdaki konularda uzman olan kişilerin çalıştığı- laboratuvarımıza gelip “e hadi gidin biraz örnek toplayın” dedi.

Biz de atladık, Grand Isle’a gittik.

Amacımız Grand Isle’a kadar gidip geri dönüş yolunda da iç kesimlerdeki bataklıklardan örnekler toplaya toplaya gelmekti.

Aşağıdaki fotoğraf Grand Isle’ın sahillerini terk etmeden önce çektiğim son fotoğraf. İnsan canlısı: kendi kendisini, kendi salaklıkları karşısnda çaresiz bırakmakta dünya birincisi. Hem de milattan sonra 30 yılından beri (“o adamı çarmığa germeyecektiniz olm“).

Araba ile Grand Isle’dan iç kesimlere doğru giderken geçtiğimiz köprüden ufukta petrol rafinerilerini ve platformlarını görmek, hemen aşağıda ise şimdi o platformlardan birisi yüzünden tehdit altında olan bataklıkları görmek çok ironik (aşağıdaki fotoğraf). İnsan “e elbette birgün bu olacaktı, ne bekliyordunuz ki” diyor kendi kendine.

Fakat aşikar olan tehlikeleri, aniden değil yavaş yavaş yaklaştıklarında fark edememek gibi bir salaklığımız var tüm insanlık olarak. Bir, iki, üç, çok sendromu gibi bir şey işte bu. Mesela olacak olan İstanbul depremi ile ilgili hiçbir şey yapılmaması, Türkiye’nin dört bir yanındaki derelerin sonuçları aşikar olmasına rağmen hidroelektrik santraller uğruna kurutulması, samimi hiçbir siyasi çözüm ortaya koymaksızın terör sorununun askerler tarafından çözülebileceği umuduyla görmezden gelinmesi filan hep benzer örnekler bence. Tehlike biz ona baktığımızda durup, onu önemsiz bulup kafamızı başka yöne çevirdiğimizde yavaş yavaş sokuluyor. Sonra hareketi farkedip aniden dönüyoruz, bakıyoruz ki tehlike olduğu yerde duruyor, aslında ilerlemiyor. Biz de “haa, neyse” deyip işimize dönüyoruz.

Örneğin İstanbul’da deprem olduğunda ve yüzbinlerce insan deprem dayanıklılık testi, deprem güçlendirmesi yapılmamış evlerde öldüğünde hepimiz çok üzüleceğiz mesela. Salağız çünkü.

Amerikalılar da şu anda çok üzülüyorlar mesela. Ama bu olay yaşanmadan evvel “dünyanın her yerinde insanlar bir depo benzine servet öderken biz neden bir litre benzine bir litre sudan daha az para ödüyoruz acaba?” diye düşünüp devletlerine “söz verdiğiniz gibi alternatif enerji kaynaklarına yönelin artık” demek çok çok azının aklına geldi. Geri kalanlar açık denizde petrol arama, yüzen platformlar ile 1500 metrelere delik açma hadiselerine gözlerini yumdular. Çünkü onlar da bizim gibi. Salaklar biraz. Bak biz de göz yumduk, “tabi canım öyle şey mi olur, ifade özgürlüğü de bir yere kadar” dedik, YouTube kapandı. Tehlike küçük adımlarla, yavaş yavaş yaklaştı. Yedik.

Yeni modellerinde salaklık hava yastığı ile beraber geliyor bir de. Kaza yapıyoruz ama ölmüyoruz. Ölsek de kurtulsak. Hayır. Sürüneceksiniz.

Aşağıdaki pelikanın olan bitenden ne kadar haberi var bilemiyorum. Fakat kesinlikle az altında duran, güya petrolü durduracak diye suya konulmuş olan sarı “boom”lara şaşkınlıkla bakıyor. Denizin üzerinde yüzen o sarı şeyin adı ‘boom’, dostlar. İçinde saç, kuru ot gibi petrolü emen şeyler var. Bunlardan yeterince olursa petrol sızıntısının kıyılarımıza ulaşmasına engel olabiliriz düşüncesi ile şimdi bakınca son derece naif duyulan kampanyalar düzenlendi burada. O zaman insanlar felaketin boyutundan haberdar değillerdi tabi. Boru değil. 9.500.000 litre. Bir litre, iki litre, üç litre, çok litre. “Çok boom yaparsak çok petrol ile başa çıkabiliriz“. Pelikan şaşkın. “Lan” diyor pelikan, ağzı açık, “ne salak canlılarsınız :) salaklığınız benim de sonumu getirecek, iyi mi :)“.

Pelikan en azından böyle şeylere üzülecek kadar salak değil.

Birkaç kilometre sonra durup ilk örneklerimizi topluyoruz. O su ve bitki örnekleri laboratuvara gelecek. İçlerindeki DNA molekülleri çıkarılacak, o DNA’lar içerisinden bakterilere özgü bir takım molekülleri kodlayan kısımlar çoğaltılacak, o çoğaltılan DNA zincirleri pyrosquencing denen method ile ATCGATCG şeklinde metinlere dönüştürülecek, milyonlarca satırlık metin dosyaları bana gelecek, ben o metinleri alıp onları sınıflandıracağım, ait oldukları bakterileri isimlendireceğim, kümeleyeceğim, alfa ve beta dağılım analizlerini yapacağım, soyoluş ağaçlarına dzip o ağaçları birbiri ile kıyaslayacağım, neyin farklı, neyin ne kadar sıradışı olduğunu anlamaya çalışacağım. Bilimimiz, teknolojimiz bol çünkü. Çok şükül bunların hepsini yapabiliyoruz. Fakat denizin dibine açtığımız bir deliği kapatamıyoruz. Çok derindeymiş. Bizim o kadar derinde bir otoritemiz yokmuş. Bak. Örnek toplamayı biliyonuz ama.

Bu Dr. Ferris. Bilgisayar bilimleri ve istatistik alanınlarından çözümler ile ona bakteri popülasyonlarını anlamasında yardımcı olmaya çalışıyorum (bu güne kadar hep klinik vakalarla ilgili çalışıyorduk, bu oil spill yüzünden çevresel vakalar ile ilgili de çalışacağız gibi). Ferris her fırsatta kanosunı bataklığa indirip akşama kadar balık tutmayı ve bataklığın sessizliğini yaşamayı çok seven bir insan. Ama bu ölye böyle bir sevgi değil. Bataklıktaki deneyimlerini anlatırken gözleri parlıyor. Bir süre öncesine kadar insanların bu bataklıklarda ne bulduğunu gerçekten anlamıyordum. Bir gün meğersem bu sırra mazhar olma vaktim gelmişti ve anladım, o gün bu gündür bataklığın benim için ayrı bir yeri var. Fakat görünen o ki sevmek için çok yanlış bir zaman seçmişim. Ferris’in bu olanlara ne kadar üzüldüğünü anlatmam çok zor. O da anlatamıyor zaten. Sanırım gerek de yok.

Örnek toplamak üzere daha önceden belirlediğimiz kontrol noktalarını ziyaret ederken bataklığın yaban hayata dair ne kadar muazzam bir çeşitliliğe ev sahipliği yaptığını bir kez daha gördüm. Zaten bildiğim bir şeydi de hani birisi hasta filan olunca onun tüm güzellikleri daha çok gözüne batar ya insanın, öyle bir durum idi muhtemelen.

Denizden epey uzakta, Mississippi Nehri’nin suları ile beslendiği için tuz seviyesi düşük olan bir bataklık bölgesinde bir anda kapanmış olan gökyüzünü ve ufukta bir yerlere yağmakta olan yağmuru izlerken şunu gördüm:

Bir yunus idi bu arkadaş (hatta 2 tanelerdi, hatta ve hatta birisi bana şov yapmak için sudan dışarı zıplayıp ters filan döndü). Birkaç hafta önce petrol sızıntısı yüzünden karaya vuran onlarca yunus olduğunu duyuyorduk balıkçılardan. Sonra yunus haberleri kesildi. Şimdi çoğunlukla nesli tükenmekte olan balinalar ve pelikanların kıyıya vurdukları haberlerini duyuyoruz. Ferris bu yunusların petrolün sebep olduğu kirliliğin az olduğu yerlere gitmeye çalışırken buralara kadar gelmiş olabilecekleri fikrini attı ortaya. Yazık tabi bu hayvanlara hep. Patır patır ölüyorlar.

Bir ara bir yağmur yağdı. Sonra durdu. Ben de bizimkiler örnek toplarlarken bir taşın üstüne tüneyip bataklığı seyrettim. Tünediğim yerden aşağıdaki fotoğrafı çektim.

:(