Dün sabah uzun süredir sürdürdüğü savaşı yitirmekte olduğunu artık kabullenmesi gerektiğini idrak etmiş bir komutanın vakurluğu ile açtım gözlerimi. “21 Şubat:  Sevgili günlük. Ü__ç haftadır sürdürdüğümüz kahramanca direniş temiz giysi erzakımızın nihayet tamamen tükenmesi sonucu son buluyor. Tarih kitapları yenilgimizi değil, mücadelemizi yazsın (…)“, Başkomutan Meren ve Destansı Savaşları, yıl bilmemkaç (tarih kitapları).

Şaka değil. Cumartesi sabahı itibarı ile kelimenin tam anlamı ile temiz hiçbir kıyafetim kalmamıştı. Beni bu noktaya getiren yolculuk epey çetrefilli idi. Özellikle son birkaç gün çok yorucu ve stresli idi misal. Son demlerinin yaşandığı aşikâr bir savaşta sıkışıp kaldığını hisseden bir askerin arada bir çamurlu tekerlekleri ile barakaların yanında sıra sıra dizilmiş jiplere bakıp “şunlardan birini çalıp kaçsam mı buralardan” deyişi gibi kirli çamaşırlar sepetine seyiriyiyordu ikidebir gözüm. Şu sepetten bi’ tişört giysen kim farkedecek? Sen karışma, bu bir prensip meselesi. Sahip olduğu hayatı değil, istediği hayatı yaşadı. Hehe.

Evinde 23 kedi ile yaşayan teyzelerin nasıl o noktaya geldiğini merak edersin ya, bir yanım çok iyi anlıyor o teyzeleri. Son bir hafta içinde, özellikle neslinin kurtuluşu için herhangi bir şey yapma şansı olan tek kişinin ben olduğu ‘temiz eşya’ ile ilişkimi gözlemlerken, bir şeylerin nasıl koptuğuna birinci elden tanık oldum ben. Bir şeylerin tükenişini izliyor, mani olmak için ne yapman gerektiğini biliyor, fakat bir türlü o ilk adımı at(a)mıyorsun. Böyle durumlarda ‘hayat işte’ deyip geçemiyor muyduk? Geçiyorduk da, alimin eylemsizliğini affetmek zamanla zorlaşıyor. Kediler de işte burada devreye giriyor belki. Kim bilir.

Neyse.

***

Dün sabah son demlerinin yaşandığı aşikâr bir savaşta sıkışıp kaldığını idrak etmiş bir asker olarak uyandım. İki paragrafta başkomutanlıktan erliğe düştü adam. Böyle yazınca havada kalıyor tabi, ama bu çamaşır olayı hakikaten beni delirtıyordu biraz biraz. Biz burda nelere rağmen yaşıyoruz, sen orada çamaşıra takmışsın delirecek. O da doğru. Ama herkesin delirişi kendine işte.

Öyle veya böyle önümde iki seçenek vardı. Ya “yıkamıyorum lan çamaşır filan” deyip kendim için iyi hiçbir şey yapmıyor olmama hayıflanan içseslerime karşı isyan bayrağımı istiklal marşı eşliğinde göndere çektikten sonra geri kalan yıllarımı zihnimin Ankara Kuğulu Park gibi kimsenin gitmediği yerlerini mesken tutarak geçirecek, ya da silkinip kendime gelmek adına külahından taşan dondurma misali belime gelen sepetini artık küçük görmeye başlamış kibirli çamaşırlarımı temizlemeye koyulacaktım.

Gündelik hayatımın her hafta sorgulamadan icra ettiğim bir rutini ile neden bu noktaya gelmiştik? Bilemedi. Üzerinize afiyet bendeniz hâlâ bir üniversite öğrencisi hayatı yaşadığı için evinde çamaşır makinesi olangillerden değil henüz. Yani belki biraz da işin lojistik karmaşası yüzünden kirli çamaşırların sepette serpilmesine müsaade ettim, olamaz mı yani? Olabilir tabii, hatta kesin ondan! Çamaşırlarla birlikte terk ettiğim halde tamamen pratik sebeplerle eksikliğini hissetmediğim başka rutinleri var mı acep gündelik hayatımın? Açıkçası fazla üstüme fazla gitmek istemiyorum şimdi. Evet! Gitme! Hatta gel sen mevzuya dön?

Ben liseye giderken bi’ kız vardı aynı serviste okula gidip geldiğim. Haydaa. Dur bak. İsmi belki Zeynep, belki Yeliz, belki de Ayça bu kızın. Hatırlamıyorum. Yıl 1922. Lise günlerini çok unutalı çok oluyor. Zeynep olsun hadi. Doğal olarak ben çok aşığım bu Zeynep’e işte. Haftalarca kafamda kurduktan sonra birgün servisten Zeynep’in indiği yerde iniyorum. Şurada biraz konuşabilir miyiz?. Konuşuruz tabi, neden konuşmayalım. Yolun kenarındaki çimenlere oturuyoruz. Esasında Zeynep’in benimle ilgili kararı net. Daha ilk saniyeden itibaren ikimiz de bu konunun nereden gelip nereye varacağını biliyoruz. Ama bir kez çimenlere oturduktan sonra o konuşmayı yapmamak mümkün değil işte:

– Sevgili Zeynep. 15 yaşındayım ve sana çok aşığım. Benimle 12 gün sonra ne olduğunu unutacağımız bir şeye başlamak ister misin?

– ___ ____ ___ , ama yapamam. ___ ___ seni arkadaş olarak ___\_. _________ __ _ ______ ___ _\_, __ sorun sende değil, bende.

Ankara’nın bir ümitle oturup kalp kırığı ile kalktığımız çimenleri. Kelimeler albayım. “Bazı anlamlara gelmiyorlar canım”, Meren Albayın Destansı Yenilgileri, yıl bilmemkaç (öbür tarafın tarih kitapları).

Ne yapacağımı bilemiyorum, teşekkür edip özür diledikten sonra kös kös eve yürüyorum. Zeynep “özür dilenecek bir şey yapmadın” diyor. Kafası başka bir yerde muhtemelen.

Yarışmaya çok uzaklardan katılıyorum. Hobilerim arasında kitap okumak, resim yapmak, ve olmayacağı aşikâr şeylerle çimenlere oturmak var. Stüdyoda bir sessizlik. Yavaş yavaş terk ettiğim rutinler ve bu rutinlerin kulu ve elçisi olan yıkanmamış çamaşırlarım için lise yıllarımın Zeyneplerini suçlamak istiyorum, fakat yaşımdan başımdan utanıyorum. Utanma Meren. Peki. Ama o çamaşırları da yıka artık yani. Hehe. Tamam :’)

***

Cumartesi günü haftalardır görmezden geldiğim çamaşır sepetimin huzuruna işte bu hislerle vardım. Kurtuluş savaşındaki bir Seyit Onbaşı misali sırtladığım çamaşır sepetimi çamaşırhaneye taşııyıp herkese bir şans daha verecektim. Kuğulu Park bir yere kaçmıyordu nasılsa. Bu saatten sonra Ankara’ya gelmek zordu belki, ama Woods Hole’un da kuğuları vardı.

foggy-4

Evden çıkmadan hemen önce banyodaki aynanın karşısına geçip şöyle bir baktım kendime. Çok yanlış hareketler bunlar. Satın alınırken katiyen birlikte giyilmesi planlanmamış ve uzun zamandır giyilmediği de ortada olan kıyafetler, kirli bir sakal, ve bütün geceyi  “yarın mücadelemizin ilk günü, ayaklanıyor, ve sonuna kadar direniyoruz yoldaşlar” türünden devrimci konuşmalarının yapıldığı bir mecliste geçirdiği aşikâr, yatağından bağımsızlık türküleri söyleyerek kalkmış bir tutam ayrılıkçı saç. Perişanlık. Merhaba. Ben Meren. Bizi bu hallere düşürenler utansın mı Meren? Utanmasınlar. Utançlarımız değil, mücadelelerimiz hatırlansın. Zeynep de mi utanmasın? Zeynep biraz utanabilir. Ama utanacaksa aynadaki bana olan katkısından ötürü değil,  “benim hayatımda kimseye yer yok” dedikten iki gün sonra en iyi arkadaşım olacak serseriyle karşımda öpüştüğü için utansın. Doruk! Facebook’tan buldum oğlum seni. O dolma kalemin ucunu gevşetip sınıfın öbür ucundan sana atmak sureti ile babanın gömleğinin canına okuduğum için bir mesaj atıp özür dilemek istedim, elim gitmedi. Meren yıka şu çamaşırları! Evet ya. Çamaşırları bi’ yıkasak sorunlarımızın %60’ı çözülecek.

***

Doğal olarak hava yağmurlu. Çamaşır sepeti kucağımda evin kapısını güç bela açıyorum. Evin sıcağına akın eden soğuk havanın heyecanı ile rotası yere sadece birkaç metre kala değişen bir avuç yağmur damlasının yolculuğu yüzümde sona eriyor.

Yağmur haftalardır yerde olan karı buz rengi bir battaniyeye dönüştürmüş. Saçlarım ve kılık kıyafetimi de hesaba katınca koşullar bir yere gitmemek için çok uygun aslında…

Nihayet arabaya bindiğimde ayaklarım sırılsıklam. Anahtarı kontağa taktığımda öğreniyorum ki arabanın aküsü bitmiş. Şaka değil bak. Akü kaput. Arka koltukta bir dağ kirli çamaşır, ayaklarımda ıslanmış spor ayakkabıları, çenemi hiçbir yere gitmeye niyeti olmayan arabamın direksiyonuna yaslamış yaprakları dökük ağaçların arasından görünen evimi seyrediyorum. Bu eve taşınışım daha dün gibi. Belki yarın başka bir yere taşınırım. Göçebe bir hayat benimkisi. Sahip olduğum tüm giysiler haftalardır oradan buradan topladıkları toz toprak ile beraber arka koldukta mesela. Gitsem giderim yani. Ama akü bitmiş işte. Her nefes alış-verişimde ön camda kısa ömürlü buğular oluşuyor. Ev bir orada, bir değil. Ev ne benim, ne değil. Koşullar kalkıp gitmen için de, olduğun yerde kalman için de çok uygun aslında. Düşün bak. Schrödinger’in koşulları. Teyzeler ve kedileri. Akü, Zeynep, kar, soğuk.

Apar topar eve dönüyorum. Ayakkabılarımı değiştiriyor, bir aydır Fransa’da olan ev arkadaşımın arabasının anahtarlarını alıyor, çamaşırlarımı onun arabasına yüklüyorum. Tom’un arabası çalışıyor. Nihayet bir ümit! Evren 1, Meren 1. Maç devam ediyor.

Havanın ve arabamın tavrından ötürü günün geri kalanına dair beklentilerimi düşük tutmam gerektiğinin farkındayım. Bayes öğrenmesi ile doğru yoldan şaşmamak da bir seçenek misal, ama beklentilerim saçlarım gibi: çoğunlukla başlarına buyruk ve cahilce yaşıyorlar hayatı. Yani genellikle ben bırakıyorum, onlar kendileri yükseliyorlar. Halbuki yükselmeseler, belki de MBL’in çamaşırhanesinin önüne gelip de kapının duvar olduğunu gördüğümde hayal kırıklığına uğramayacağım. Kapıda kargacık burgacık bir el yazısı ile “çamaşırhane kapalı” yazıyor. Ne?! Uzanıp Tom’un favori radyo istasyonundan bas bas bağırmakta olduğunu o an fark ettiğim Taylor Swift’in düğmesini çevirirken gözlerim hâlâ kapının üstündeki kağıtta. Çamaşırhane kapalı. Kim karar veriyor böyle şeylere? Gerekçe göstermeksizin kapılara notlar yapıştırmak filan. Şimdi dönsem beni kim suçlayabilir? Zeynep suçlar. Kimi insanlar zeytinyağı gibi! Hafifliğimiz hep yüzleşmediğimizlerin eseri Meren. Filozof filozof konuşmayalım arkadaşlar. Yüzleşmedikçe hafifleşiyorsak bu çamaşır sepeti neden bu kadar ağır? Merhaba Meren … Merhaba Zeynep! Duydum ki çamaşır yıkamayı bırakmışsın. BırakmışTIM –aslına bakarsan tam da şu anda karşıma çıkan tüm engellere rağmen yollara düşmüş vaziyetteydim. Evet Zeynep, bi’çekilirsen mücadelemize geç kalıyoruz. Saçlarım biraz aykırı bugün, kusurlarına bakma. Rica ederim, hiç problem değil. Ee, burası da mı olmadı? Evet, görünen o ki burası da olmadı.

Bir sonraki çamaşırhane için yola çıkıyorum. 15 dakika filan uzakta bu. En azından hâlâ aynı ülkenin sınırları içindesin hehe. Bence Zeynep’in üstüne bu kadar gitmemiz doğru değil. Meren haklı, hepimiz birilerini kırdık. Aferin. Yumuşamak yok, mücadeleye devam! Tamam tamam (eve dönünce sıcak suyla yıkayacağım lan seni).

***

Karlı ve sisli yollarda bir süre direksiyon salladıktan sonra içinde 60-70 tane çamaşır makinesi, ve bir o kadar da kurutucu olan çamaşırhaneye varıyorum.

Dışarıya kıyasla hamam gibi olan çamaşırhanenin içi buram buram deterjan kokuyor. Kenarda “soğuktan üşüyen evsiz-barksız kimseler gelip buraya sığıntılık yapmasın lütfen” anlamına gelen kapitalist bir tabela. Sanki makinelerini yiyecek evsizler. Üzerime alınsam mı bilemiyorum; çok evli olduğum söylenemez nitekim. Neyse. Koca mekân bir adet yaşlı amcayı da saymazsak bomboş. Yaşlı amca da tam yaşlı amca. Beyaz saçları, beyaz gömleği, arkasında bağlı elleri ile, makinelerin arasında bir at hırsızı edasıyla yürüyor. Kendisini al Kastamonu’da bir kuyumcunun önüne bırak, zerre sırıtmaz. O derece. Amca iki gündür karşılaştığım ilk insan. Dikkatini bana çevireceğini anladığım an önüme dönüyorum.

Sepeti fabrika boy bir makinenin önüne bırakıp içindekileri bir heyecanla makinenin içine tıkıştırmaya başlıyorum. Çamaşırlar için küçük mesafeler bunlar, ama ben tarihi bir anın tanığıyım. Bunun ne makine farkında, ne de artık tüm gücüyle bana bakmakta olan amca. El yordamıyla çamaşırları makinenin içine sokuştururken birkaç saliseliğine buluşuyor gözlerimiz. Benim de muhtemelen onun iki gündür karşılaştığı ilk insan olduğumu şak diye okuyorum o gözlerden. Yalnız insanlar ne kadar yalnız, ve birbirlerine ne kadar faydasız. Pink Floyd’un çaldığı, Picasso’nun, Edward Hopper’ın çizdiği, Oğuz Atay’ın yazdığı, hepimizin arada bir, kimilerimizin ise hemen her gün yer aldığı bir hikaye bu. Göz göze geldiğimizde hatırlıyoruz ki amca ile bu hikaye içinde oynadığımız küçük rollerden tanışıyoruz zaten biz. Saman alevi gibi parlayan heyecan aynı hızla sönüyor amcanın. Tanışacak yeni birisinin olmadığını idrak etmesiyle beraber çamaşır makinelerinin arasındaki voltasının griliğine dönüyor usulca.

Karşındakinin de seninle benzer bir dertten muzdarip olduğunu anladığın an hastanede yakınlarını ziyarete gelmiş iki kişinin koridorda karşılaştığı an gibi. Biliyorum anlamına gelen bitkin bir selam için başlar dostane bir ciddiyet ile öne eğilir ve herkes yoluna devam eder.

foggy-08

Yalnız insanların yalnız olmayanlara ihtiyacı var. Yalnız olmayanlar ise hep başkaları ile meşgul. İnsan durumunun sergilediği bu bimodal dağılımın ortasında kalan buluşmalar ise bir takım kuantum değişkenlerinin esrarengiz etkileşimlerinin merhametine kalmış nadir hadiseler. Olduğu zaman kaçırmamak, beklerken ise sepeti taşırmamak gerek.

Birkaç saat öncesine kadar akibetleri belirsiz çamaşırlar makinenin sıcak su ile dolmaya başlayan haznesinden bana gururla bakıyorlar.

Dışarı çıkıp hava alayım.

Kapıyı ittiriyorum. Çamaşırhanenin sıcağına akın eden soğuk havanın heyecanı ile rotası yere sadece birkaç metre kala değişen bir avuç yağmur damlasının yolculuğu yüzümde sona eriyor.