Woods Hole’u da İyi Bilirdik
İskelenin nemden ıslanmış tahtaları üzerinde küçük adımlar atıyordu. Sessiz, serin, ve gri kasaba usul usul iskelenin sonuna doğru yürümekte olan sakinini mütevazi bir sisin altından izledi. İskelenin tahtaları böyle tam bir adım genişliğinde. Öyle denk gelmiş. Böyle durumlarda bir adımın iki tahtaya birden denk gelmesi yasak tabi. Dışarıdan bakan da adam sanır. Adam vücut sincap kafa.
O gün hava ne sıcak ne soğuktu. Ellerini cebinden çıkardı. Sonra geri soktu filan. Evet, ne yaptığını çok iyi bilmeyenlerin rasgele salınımı. Açıklaması güç davranış örüntülerine sıkıcı isimler bulmakta üstüne yoktu. Anlatılabilir şeylere yoğunlaşmak ister misiniz efendimiz? Cevap yok. Bir gece öncesi dişlerini fırçalamak için girdiği banyoda aynanın karşısında boş boş dikildiği dakikalar misal. Neden kendimizi olmadık yerlerde dikilirken buluyoruz öyle? Buna da cevap yok. Sorular değişiyor, ama cevap veremeyişiniz baki. İstikrarlıyım en azından. Değildi. Ama öyle bilinsin isterdi. “Rahmetli çok istikrarlıydı“, dedi imam nezaketinden. Herkes her şeyin doğrusunu bilmek zorunda değildi sonuçta. Cemaat ilgi bekleyen bir çocuğun acelesiyle girdi lafa: “İmam hanım, biz rahmetliyi çok iyi bilirdik“. Peki aferin. “Hem o da bizi iyi bilirdi. Burak, Salim filan çok çektirmişti vaktinde buna ama hiç öyle büyütmemişti rahmetli :)“. Salim bir şeyler mırıldandı kızgın kızgın. Kamera cemaatteki başka yüzlere odaklandı. Aslında hepsi çok iyi insanlar. Rahmetliyi de pek bilmezler esasında. Ama duyunca gelmişler işte. “Hayattayken olmadı, kısmet bugüneymiş :)“.
“Çok iyi bilirlermiş rahmetliyi” diye düşünüp için için sinir oldu imam. Bir şeyler söyleyecekmişçesine ciğerlerini doldurdu, sonra vazgeçti. Eh, imamlık onda kalsındı. Bu toplum bazı şeylere hazır değildi. Nicelerimiz ölene kadar bekledi bunlar bir şeylere hazır olsunlar diye imam hanım, lütfen ama. Evetdi. Çok ölüler ölmüştü bu dünyada. Hatta büyük bir kısmı da bir şeyleri beklerken ölmüştü. Bilmeyenler imama sorsundu: neredeyse hepsini o gömmüştü. Ama onun da eli-kolu bağlıydı işte. Zaten koskoca Woods Hole’da bir tek rahmetlinin kolları iki yanda idi: rahmetli olma durumu işte böyle bir ferahlıktı. İskelenin sonuna vardı. Çıkırt.
Durgun suyun üstünde yazlıkçılardan miras teknelere baktı biraz. Bakışları daha ötedeki boş evlere uzandı. Evler boş, tekneler boş. Senden başka kimsenin olmadığı bu kasabada ne yapıyorsun evladım? Efendim? Her şeyi ile tam teşekküllü bir muasır medeniyetler kasabası olan Woods Hole’da sorulara sorularla cevap vermek cevap vermekten sayılmıyordu. Eee? Cevaplamayınca gitmeyen, arsız, yapışkan sorular. Cevap verecek gibi oldu, veremedi. Kendi sorularımıza bile cevap bulamıyoruz ayol. Yine sorular kazandı velhasılı. Sorular: 1, Cevaplar: 0. Yani işte bak kazanmak da mümkündü aslında. Kendi sorduğunuz sorular kadar bile olamadık efendimiz. Olamadığımızlardan konuşacaksak konuya girecek daha çarpıcı yerler var aslında, ama bize Woods Hole’da ayrılan sürenin de sonuna geldik işte. Aa, bu kadar mı süre ayırmışlar bize? Cemaatten birkaç kişi çaktırmadan saatlerine baktı (birisi kendi kendine “esasında ayrılan süre de fena değilmişti hani” diye mırıldandı).
İmam cebinden rahmetli tarafından kaleme alındıktan sonra dörde katlanmış bir kağıt çıkardı ve gür bir sesle okumaya başladı. “Yolculuğuma bir şekilde tanıklık etmiş cemaate mektubumdur, koşullar müsaade ederse lütfen kendilerine yüksek sesle okuyunuz“. Cemaat heyecanlandı. Birkaçı neşe ile kafasını sallıyordu. Koşullar çok müsait, okuyunuz imam hanım! Ve imam hanım okumaya devam etti. “Nereden başlasam bilemiyorum”. Cemaatten gülüşmeler, az sonra bozulacak olan bayram havasına karıştı. “H_er şeyin bir zamanlama hadisesi olduğunu çok geç anladım. Aslında sandığım kadar karışık değildi: erken gelenleri kimse istemiyor, geç kalanlara ise yer kalmamış oluyordu. Belki de bunu vaktinde göremediğim için s__on yıllarımda açılan defterlerin pek azını kapatabildim. İşler bu noktaya kadar geldi. Fakat Woods Hole’daki vefatımın hepimiz için yeni bir başlangıç olmasını diliyorum. _Hepinizi öperken, yüce affınıza sığınıyorum“.
Gülücüklerin donduğu yüzler şimdi şaşkınlık ve hayal kırıklığı ile birbirine bakıyordu. Kısa bir sessizliğin ardından “rahmetli biraz ayıp etmiyor mu imam hanım!?” diyerek rahatsızlığını dile getirdi içlerinden biri. “Evet yaa!” diye onayladı bir diğeri. “Nerede umut, nerede cesaret imam hanım!“. İmam herkesi sakin olmaya davet ettiyse de sükuneti tesis etmek mümkün olmadı. “Cemaatten birisi çıksın, bu hatayı düzeltsin! Cevap hakkı istiyoruz!“. Tamam, aranızdan birini seçin, özet geçsin. Cemaatin oy birliği ile seçtiği amca siyah takım elbisesi ve spor ayakkabıları ile kürsüyü aldı. Kendisi rahmetliye olan yakınlığı ile tanınırdı. Baştaki birlik ve beraberlik havası gitmiş, yerine Woods Hole’un sisinden bile yoğun bir gerginlik gelmişti. Beceriksizlikten vefat edip kalanları üzmek de neyin nesiydi. İmam sigarasını söndürüp togasını kuşandı yeniden. Cemaatin sözcüsü burnunun ucundan kayıp yerle yeksan olma hayalleri kuran gözlüğünü kalın siyah çerçevesinden tutup düzeltti. Cemaatin sevgili üyeleri, değerli doktor imam hanım, demokrasi ve ifade özgürlüğünün beşiği Amerikan Birleşmiş Devletleri’nin mesnetli kasabalarından Woods Hole kasabasının pek muhterem sakinleri, ve elbette bizi sürpriz vefatıyla bu güzide günde bir araya getiren ve arkamda gördüğünüz iskelede sereserpe kolları iki yanda yatmakta olan kıymetli arkadaşımız, sevgilimiz, kardeşimiz, oğlumuz, kuzenimiz, ya da hasbelkader İnternet’ten filan tanıdığımız rahmetli. Kaleme aldığın ve imam hanımın teveccüh göstererek bizlere gür sesiyle okuduğu dokunaklı mektubun vasıtası ile giderayak bizleri hayal kırıklığına uğrattın (cemaatten birkaç kişi az kalsın alkışlayacaktı, fakat enerjilerini sona saklamaya karar verdiler). Woods Hole’daki inzivana rahmetli mertebesiyle son vermene sebep olan olaylar silsilesi bize bir muamma, lakin cemaat bu başarısızlığını kabul etmiyor, ve seni kendisinin güçlü bir bireyi olarak hatırlamayı tercih ediyor. Gök gürültüsü gibi bir alkış koptu. Cemaatin keyfi yavaş yavaş yerine gelmeye başlamıştı. Güçlü insanların havası da bir başkaydı. İmam kollarını havaya kaldırarak herkesi sessiz bir biçimde sükunete davet etti. Adam imama başını eğerek teşekkür ettikten sonra devam ediyordu: Biz de zor günler geçirdik. Fakat dişimizi tırnağımıza takıp bu zorluklarla başa çıkmayı öğrendik. Önümüze açılan defterleri bir bir kapattık, geçmişi değil günü yaşadık. Gecelerin köründe gözlerimizi açıp “neden” diye sormadık kendimize. Gençliğimizde bize gülünç gelen klişelerin her bir kilide uyan anahtarlara dönüşmesine müsaade etmedik. Bak rahmetli olmasaydın sana da öğretirdik. Ama tuttun sen kendini Woods Hole’a kapattın. Tali yollar sana sapmadı rahmetli, sen onlara saptın. Kapanması gereken defterleri kapatamayıp, kapanmış olanları geri açtın. Yani açmayacak mıyız kapıyı bir çalan olduğunda? Açacağız belki! Ama önce kapının zincirini takacağız, sonra aralıktan bakıp “buyrun, kime bakmıştınız?” diye sorcağız isteksiz isteksiz. Kapı çaldı. Zinciri takıp açtı adam. Genç biri. Kızı olacak yaşta. Kızın sevgi dolu bakışları hiç vakit kaybetmeden kapının aralığından kendisini seyreden adamın mavi pijamaları, beyaz atleti, ve kirli sakalında dolaştı. Buyrun, kime bakmıştınız? Size bakmıştık :) Çok şekersiniz, ama yanlış gelmişsiniz canım. Kapıyı kapatacak gibi oldu. Olur mu hiç, işte adres burada :) Yapışkanlı kısmı artık yün-tüy dolmuş sarı bir post-it uzattı adama. Cemaatin mensupları tedirgin bir şekilde birbirine baktı. Adam kağıdı aldı eline. Gözlüğünü düzeltti. Bilmemne sitesi, bilmemne blok, bilmemkaçıncı kat. Kağıttaki el yazısını tanıyınca zavallının yüzü bir salkım üzüm gibi asıldı, öyle ki gözlüğün özgürlüğüne kavuşmasına artık ramak kalmıştı. Canım benim, adres doğru, ama vakit yalnış. Ama olur mu, sizin hikayelerinizle büyüdüm ben :) El yordamıyla gözlüğünü çıkardı. Kız kapının aralığından içeriye göz atmaya çalışırken adam kapının arkasında sıkıntılı bir şekilde kıpırdandı. İşin gerçeği evimin içi darma duman. Bir yere oturması lazımdı artık. Belki başka zaman. Tabi, yarın geleyim mi? Hem temizliğe de yardım edebilirim :) Bak sen şimdi git, başka bir zaman gel. Mesela işlerin bu noktaya gelmediği bir zaman olsun, çok başka bir zaman yani. Nefesi daraldı iyice. Kız şaşkınlığını ve kırgınlığını hala gülümseyen yüzünün ardına gizledi. Kızın bir suçu yoktu, tarihin ondan bağımsız yazılmış bir sayfasına sıkışıp kalmıştı. Kız arkasını dönerken adamcağız da usulca kapattı kapıyı. Kendisini utançla salondaki kadife koltuğa bıraktı. Bir bulut toz yerinden yurdundan oldu, ve bir kısmı hangisinin ne zaman açılacağı belli olmayan defterlerin üzerine kondu…
Cemaat imam ile beraber adamı kucaklayıp rahmetlinin yanına gömdüler. Mütevazi bir mezar taşını paylaştı iki merhum. Mezar taşında şunlar yazdı:
Merhum ve merhum. 1822 – 1453 – 2005 – 2015. Kimi çağlar düz ovaların: sarı, turuncu, dingin. Kimileri ise derelerin çağladığı vadilerin. __Dönüp durdular, bu evrenin yabancı olmadığı deneyimleri farklı zamanlarda yaşadılar.
Cemaat dağılırken içlerinden Burak ve Salim olmayan biri gelip rahmetlinin mektubunu imamdan aldı.
***
Yukarıdaki fotoğrafı çektikten kısa bir süre sonra Woods Hole’dan ayrılmaya karar verdim sevgili günlük. Bu karardan kısa bir süre sonra da yeni laboratuvarımı ayaklandırmak üzere Şikago Üniversitesi‘nde işe başladım.
Şikago’ya doğru yola çıkmadan bir süre önce Woods Hole’daki 4 yılımın çok büyük çoğunluğunu geçirdiğim ofisimi topluyordum:
O sırada şöyle bir not almıştım:
“Ofisimi topluyorum. Dört yılını da Woods Hole’a adadığım, ve bir arabanın arka koltuğuna sığacak hayatımı toplayıp başka bir şehre doğru yola çıkmak üzereyim. Bu çalıyor arka planda: https://www.youtube.com/watch?v=U9kGpx88MoE. Küçücük bir ofis. Ofisin içinde küçücük bir kutu. Kutunun içinde küçücük bir hayat. Daha da küçülse cebime girer kerata. Sıkıştırdıktan sonra bir dosyanın boyutuna bakıp “ne güzel sıkıştı bak, zerre entropi yokmuş” dersin ya, o hesap biraz. Adam 35 yaşındaydı. Aklına bir şey gelmiş gibi duraksadı, etrafına baktı. Belki biraz daha bakınsa bir şeyleri anlayacaktı. ‘Neyse ya’, dedi, ‘sağlık olsun’“.
Arabanın arka koltuğuna sığdı gerçekten, hatta bu da ispatı:
Arada bir gelen e-postalar sağolsun, günlük hep aklımın bir köşesindeydi geçen aylar zarfında. Hatta Şikago’ya doğru araba sürerken sizler için bir karışık kaset bile yapmıştım, ama yazmaya fırsat olmadı bir türlü işte. Bugüneymiş! Şuraya iliştirivereyim onu da:
Velhasılı yarışmaya biraz da Şikago’dan katılacağım.
Yolunuz düşerse gelin işte, lab’ın tam karşısında bir kafe var, ne bileyim, kahve filan içeriz.