Aslında çok yoğunum. Bütün hayatımı laboratuvarda geçirsem de yetmeyecek kadar işim var aslında. Ve aslında öyle bir yerlere gitmeye de niyetim yok .. tu. Hakikaten bütün hayatımı laboratuvarda geçireyim, bitiremeyeceğim o işler ile ilgileneyim istiyordum. Çünkü kendisini yaptığı işlerle tanımlayan bir robotum ben bazen.

Fakat hayat sürprizlerle dolu olduğu için bir anda kendimi kalkıp Providence isimli şehre gitmek zorunda buldum.

Neden? Şöyle: Arpat‘ın Maça isimli bir kedisi var. Geçenlerde bir gece İnternet üzerinden sohbet ederken, inanmazsınız, Maça, birden benim kedim oluverdi. Aramızda geçen kısa fakat ziyadesiyle öz diyaloğu paylaşayım ki mevzu daha bi’ aydınlansın:

Meren: ARPAD

Arpat: MEREM

Meren: ben sana hiç Remi Gaillard‘dan bahsettim mi?

Arpat: o adamin izlemedigim vidyosunu getirene kedimi veriyorum be

Meren: hahahaha al o zaman: http://www.youtube.com/watch?v=HObFRvk5loM

Arpat: ahahaa. valla gormedim billa. Maça senin artik :)

Maça senin artık“. Bileğimin hakkı ile kedi sahibi olmuştum ben. Çok mutluydum.

Arpat Londra’da yaşıyor. Maça ise Amerika’nın Rhode Island isimli eyaletinin Providence isimli şehrinde, Ania Hanım Kişisi ile beraber kalıyor. Eh, kedi aniden el değiştirince benim de Rhode Island’a gitmemin ve kedimi teslim almamın en doğrusu olacağını düşündüm (laboratuvar ve insanlık biraz bekleyebilirdi). Ania’ya Maça’yı topluma faydalı bir kedi olarak bu yaşa kadar yetiştirdiği için teşekkür edecek, hakkını helâl etmesini de dileyecektim. Uygun tarihli bir bilet buldum, heyecanla satın aldım.

O sırada öğrendim ki Arpat da benim varacağım tarihte Rhode Island’da olmak üzere Londra’dan yola çıkıyordu. Yani bu duygusal ziyaret esnasında Arpat da orada olacaktı. Bak.

***

Bu tür el değiştirmelerde çıkabilecek anlaşmazlıkları tahmin edersiniz. Hassas bir konu en nihayetinde. Bu yüzden işimi sağlama almak adına yola çıkmadan önce Aslı ile temasa geçtim. Kendisi Providence’ta ikâmet eden ve ADAR (Agile Disagreement Appraisement and Resolution) (Hızlı Anlaşmazlık Değerlendirme ve Çözüm) üzerine çalışan bir doktora öğrencisi (bu arada ADAR aynı zamanda bir tür adenozin deaminaz enzimi, fakat bunun konumuzla ilgisi yok). Aslı’nın olası anlaşmazlık değerlendirme ve çözüm deneyimleri, Maça’nın el değiştirmesi esnasında son derece gerekli olabilirdi. Kendisi beni kırmadı ve deneyeceğini söyledi.

Gidince oturup güzelce plan yaptık. Maça operasyonu hazırdı. Ayşe tatile çıksındı. Burada kendisi ile peynir yiyor, bira içiyoruz (Ayşe tatile çıkıyor):

***

Lâkin Arpat, Maça ile ilk görüşmemizden önce civardaki bir Ulusal Park’a gidip bir doğa yürüyüşü yapma konusunda bizi ikna etti ve planlarımız alt-üst oldu.

Bu yürüyüşte deneyimlediğim şeylerden birisi New Orleans’ta geçirdiğim yıllar yüzünden unuttuğum Sonbahar renkleri ve Sonbahar hissi idi sanırım. Sonbahar’da ağaçların yapraklarının döküldüğünü, ortalığın rengarenk olduğunu bir şekilde unutmuşum. Çünkü New Orleans ve onu çevreleyen doğa yılın her mevsiminde böyle. Yemyeşil, yemyeşil.

Fakat Arpat’ın bizi götürdüğü parkta insan şöyle bir zemin üzerinde yürüyordu:

Yukarıdaki harita bağlantısına tıklayanlarınızın görmüş olduğu gölün etrafında yürüyecektik.

O sırada Arpat düşünceli düşünceli park haritasına bakıyordu.

Arpat’a “tamamız di mi? başımıza bir iş gelmeyecek” diye sorduğumda aldığım yanıt ise bir Kadir İnanır kahkahası idi (sanki bu parkta bir tokat vardı ve Serpil o tokadı yiyecekti ve biz hepimiz aslında Serpil idik):

Ania ile Arpat önden önden yürümeye başladılar. Aşağıdaki fotoğrafta Arpat ufka doğru kısık gözleri ile bakıyor, çok az kıpırdayan dudakları arasından sadece Ania’nın duyabileceği bir fısıltı “Merak etme. Maça’yı nasıl kaybettiysem öyle geri alacağım, dört dörtlük bir plan yaptım” diyordu. Belki de yani. Belki de öyle oluyordu o anda. Ya da belki de çok fiktif bir insandınız Merenbey. Teşekkürler Maçabey, ben de sizi sevdim.

Ormanın ve Sonbahar’ın büyüsüne kapılmamak elde değildi gerçekten. Hava filan da müthişti. Nerede su birikintisi görsem kendimi ortamın bir parçasıymışım gibi hissedebileceğim fotoğraflar filan çekiyordum.

Yaprakların üzerinde yürümek garip bir tatmin ve mutluluk veriyor insana. En son Smoky Mountains gezisinde buna yakın bir şeyler hissetmiştim, fakat Sonbahar yoktu orada da. Dolayısıyla bu biraz eşsiz oldu o bakımdan.

Yalnız bir noktada, yürüyüş boyunca sağımızda olması gereken gölün görünürlerde olmadığını fark ettik.

Arpat cebinden bir harita çıkarıp bakmaya filan başladı böyle.

Belli ki birazcık kaybolmuştuk fakat Arpat’ın elinde haritayı görünce “adam bu işi biliyor beyler“, “cCc Arpat cCc” moduna girdik hemen. Zira bizde harita da yoktu. Hayatı “aa mantar!“, “aa çizgili sincap” vurdumduymazlığında yaşıyorduk. Arpat eninde sonunda bulduracaktı bize gölü. Bize neydi. Bunca yıllık mağaracı idi, filan.

Arpat uzun bir incelemeden sonra “şuradan devam ediyoruz” dedi. Artık patika filan yoktu. Böyle ağaçların arasından filan gitmeye başladık.

Zaman zaman karşımıza aşılması güç engeller çıkmıyor değildi (hehe). Fakat Arpat’ın dediğinden çıkmıyor, onun önderliğinde ilerliyorduk.

Arada bir durup haritaya bakmak, sonra tekrar devam etmek filan tamamdı. Doğa müthişti, yapraklar, vesaire (amma takmışsınız bu yaprak olayına Merenbey. Evet evet, farkındayım, fakat pişman değilim).

Ümitsizliğe yer yoktu. Zira Arpat’ın yüzündeki güven dolu ifade de hepimizin yüreğine su serpiyordu (haha).

Neyse ki sonunda göle ulaşmayı ve yeniden nihayetinde bizi arabamıza geri götürecek bir patikanın üzerine çıkmayı başardık. Oturup biraz dinlendik filan. Bu arada ben Arpat’ın Canon’ı ile oynarken Arpat da benim makinem ile oynuyordu. O sırada aşağıdaki fotoğrafı çekmiş. Hastası oldum. Bu da böyle.

Bir ara çok uzun araştırmalardan sonra aldığı üç ayağı kurup klasik uzun pozlamalı fotoğraflarından birisini çekti (o sırada “uzun pozluyor ki Maça ile görüşmemiz geciksin; faydasız çırpınışlar” diye iç geçiriyordum ben).

Yukarıda çektiği fotoğraf ise bu:


© Arpat Özgül

Arpat’ın bu muhteşem uzun pozlamalı fotoğrafına birkaç dakika sonra bir panorama ile yanıt verdim (tıklayınca büyüğü açılacak):

Böyle şeyler işte. Neyse.

Suyun kenarında durup suyu seyretmek, ateş başında oturup ateşi seyretmek, dışarıda uyuyup yıldızları seyretmek filan gibi bazı davranışlar var, neredeyse her insan yapmaktan değişik bir haz alıyor.

Yüz binlerce yıllık geçmişimizi hesaba katınca bunlardan aldığımız keyfi hayatta kalmamızı sağlayan basit süreçlerin bir yan ürünü olarak görmek çok mantıklı geliyor hep. Bu gezide de fotoğraf çekme bahanesi ile sık sık durup ortalığı izledik doya doya. Yıl 2010. Garip geliyor bazen. Çok hoşuma gidiyor ama, o ayrı. Aşağıdaki huzur anlatılmaz yaşanır bir şey çünkü. Doğa bu gezegen üzerinde sevilmeyi en çok hak eden şey olabilir, misal. Bir tarafta aşağıdaki insanlar, diğer tarafta nesli tükenmekte olan kaplanların habitatını buldozerlerle tahrip edenler.

Bu anlamdaki bir çeşitliliğin de doğanın bir parçası olduğu fikrini kabullenmek ne kadar zor diğer taraftan.

Eve dönüş yolunda Arpat hâlâ uzun pozlamaları ile ayak sürüyordu. Maça ile aramdan çekil Arpat. Kedim ile aramdan çekil. Bak beyim, sana iki çift lafım var. Koskoca adamsın. Yakışır mı sana Maça ile beni ayırmak … ama nasıl yakışmaz … sen değil misin öz kızına bile acımYAŞAR USTA! SEN DE ÇIK ARTIK KAFAMDAN 20 YIL OLDU, İNSAF! :(

Arada ben de bir panorama çektim. Bu da günün benim için son fotoğrafı oldu (bu fotoğraf ile sizi tamamen beceriksizliğim yüzünden icat etmiş olduğum “panoramik fotoğraflarda pozlama değerinin gradual değişimi tekniği” ile tanıştırayım (daha kısa bir isim bulur bulmaz bu konuda bir yayın yapacağım (kiki))):

***

En sonunda uzun bir yolculuğun ardından Ania’nın evine vardık.

Maça bizi bekliyordu.

İşte bu Maça sevgili okur.

Benim kedim :(

Çok sevdim kendisini. Fakat alıp buralara getirmeye gönlüm razı olmadı. Çünkü Arpat’ın planı işe yaramıştı işte. Maça’yı alıp götürme kararlılığımı Sonbahar ve renkleri ile yumuşatmıştı. Kendime güvenim sarsılsın diye arada kayıp bile olmuştuk parkta. Nice hain planlar Arpat bey.

Ama kedi benimdi yani. Orada bir pürüz yoktu. Aslı ADAR deneyimi ile bu mevzuyu hızlı bir şekilde garanti altına almıştı.

Sessizce yapılan “Maça’yı götürme” çağrılarına kayıtsız kalamayıp “peki” dedim ben de. Hiç belli olmuyor fakat çok söz dinleyen bir insanmışsınız Merenbey. O sizin güzelliğiniz Maçacığım. İltifattan ziyade bir istihfaf olarak addetseydiniz daha yerinde olmaz mıydı Merenbeyciğim? Öyle yaptım, öyle yaptım, güzelliğiniz de oradan geliyor zaten Maçabeyciğim. Mır mır. Kedim tam bir ukâlâ ve kesinlikle hastasıyım.

Bu da böyle bir anımdır.