Bir “Procrastination” Hikayesi: Krew Du Vieux
Haftaya benim için çok önemli olan bir sunum yapacağım. İki üniversiteden de izlenecek olan bu sunumda klinik örnekler üzerinde 16S rRNA gen verisi analizi yoluyla bakteriyel floranın tespit edilmesi ve değişik floraların soyoluş ağacı üzerindeki dağılımlarına göre birbirleri ile kıyaslanarak hastalıklarla ilişkilerinin araştırılması üzerine konuşacağım. Ayrıca önceki cümlede anlamadığınız hiçbir ayrıntı kalmamasını sağlamak da boynumun borcu olsun.
Fakat ne anlatacağımı tam olarak anlamanızı sağlama işini bu gün yapmayayım. Çünkü bunu yaparsam aynı zamanda sunumum için de hazırlanmış sayılırım ve bu durumda da her işini son güne bırakan, “süper ertelemeci” (professional procrastinator*) bir insan olma özelliğime halel getirmiş olurum.
“Bir kereliğine de ertelemesen ne olacak, çalış işte efendi gibi!” diyor olabilirsiniz. Yürekten teşekkür ederim. Çok düşüncelisiniz. Fakat, ertelemeci olmayan bilmez, bu iş öyle kolay değildir :( “Artık ertelemeyeceğim, işini son güne bırakmayan sorumlu bir insan olacağım” deseniz bile kurtulamazsınız. Bilimsel verilerle de desteklenmiş olan bir görüşe göre ertelemeci insanların vaktinde yaptıkları her iş başına bir yavru kedi ölmektedir :( Bu yüzden bu insanlar ancak ve ancak son gün gelip çattığı zaman çalışabilirler (hatta bilim dünyasında bu fenomenden muzdarip insanlar kendileri gibi olanları sınıflamak için literatüre Homo procrastinus slothus isimli yeni bir tür eklemeye kalkışmış olsalar da malum sebeplerden dolayı bir türlü muvaffak olamamışlardır). Eh, hayvan sever mizacımın bana biçtiği kalıbın dışına çıkmayı istemediğim için, yavru kedilerin aşkına, sunum ile ilgilenmek yerine yapacak bir şey buldum. Evet. Meren’in Fotoğraf Günlüğü iftaharla sunar: işte karşınızda, “bilin bakalım Meren geçtiğimiz Cumartesi gecesi ne yaptı” yazısı!
Efendim, geçtiğimiz Cumartesi New Orleans’ta her yıl içkinin yağmur olup yağdığı, boncukların sel olup aktığı Mardi Gras kutlamalarının erken festivallerinden birisi olan Krew Du Vieux vardı. Festival seven bir insan olmadığımdan kelli gitmeye pek niyetim yoktu. Fakat şu palyaçolu çekimlerden hatırlayacağınız The Levee Gazetesi yürüyüşe onlarla gidip festivali belgelemem için rica etti. İsteksizliğimi görünce beni “senin belgesel fotoğrafçılığına güveniyoruz, hiçbir beklentimiz yok, orada ol yeter, özgürsün” diyerek ikna etmeyi bile denediler. Eh, bu noktadan sonra geri çeviremezdim. Filhakika, bana özgürlüğü vaat eden kimseyi geri çevirmişliğim yoktur sevgili okur.
Nasıl olsa kimse benden bir şey beklemiyor diyerek kendi beklentilerime kulak vardim. Duydum ki kendimden oraya çok deneysel bir ışık yapılandırması ile gitmeyi bekliyormuşum. Tamamdı. İstediğim bu olsundu. Daha sonradan ispat icap eder diyerek, yürüyüşe başlamadan evvel son hazırlıkların yapıldığı hangar içerisinde kendimin şöyle bir fotoğrafını çektim (elimde şuradaki yazıdan tanıyacağınız SB-900 ve SC-28 C kablo ve henüz hakkında yazmadığım Nikon 20mm f/2.8 lensim var):
Sonra dışarı çıkıldı, yürüyüş başladı. Hava muazzam soğuktu bu arada; şemsiyeyi tutan ellerim eldivenlere filan rağmen dondu. Gücümün tükendiğini hissettiğim anlarda “şimdi burada olmasaydım sunuma hazırlanıyor olacaktım” diyerek kendimi rahatlatmaya çalıştım. Öyle olunca soğuk, yürümek filan vız gelip tırıs gitti.
Dün geceden bir kaç fotoğraf:
Bu deneyim bana siyah/beyaz fotoğraf çekmeyi, belgesel çalışmalar yapmayı ve gece fotoğraf çekmeyi ne çok sevdiğimi hatırlattı. Daha fazlasını Facebook’taki sayfama gönderdim bu arada.
Şimdi müsaade ederseniz sunum üzerinde çalışmak yerine yapacak başka bir şeyler bulmaya gidiyorum :(
* Procrastination: İngilizce geciktirme, ağırdan alma, sürüncemede bırakma, erteleme anlamına gelen, anlamının dışına taşıp popüler kültürün bir parçası haline de gelmiş olan bir kelime. “__Her şey son 3 güne bakar felsefesi” olarka da adlandırılabilir. Ama sonra adlandırırız, dursun şimdi.