Öncelikle birisi çıksa “önce bize ‘doğal ışık süperdir, aman diyeyim, mis mis, hayatta flaş kullanmam’ dedin, sonra ‘anne ben strobist oldum, ama paraflaşla hayatta işim olmaz’ dedin, utanmıyor musun şimdi karşımıza paraflaş ileçıkmaya?” dese şu tip bir taktik izlerdim muhtemelen: “evet, yaptım, ama bu kadar ön yargılı olma cağnım okur, hele bi’ sor bakalım, neden“.

Bu gün buradaki fotoğraf camiasından en sıkı dostum olan, söz düğün fotoğrafçılığından açıldığında adını anmadan geçmediğim Scott, bana geri çeviremeyeceğim bir teklifte bulundu. Ben de sırf ortada sahipsiz kalmasınlar diye -tamamen insani duygularla- bu iki adet Alien Bee B1600 paraflaşa kollarımı açtım (Sina çok evvelden işin bu noktaya varacağını öngörmüştü de ben ona da “daha neler, hayatta olmaz” demiştim (büyük konuşmayı pek bi’ iyi beceririm)).

Ayrıca Scott çok ısrar edince aşağıdaki heyula kılıklı müthiş şemsiyeyi, eşek ölüsü gibi olan bir pili ve RadioPopper alıcı ve vericileri de geride bırakamayıp kabul ettim. Bundan sonra içinde paraflaş geçen fotoğraflarda bol bol buluşacağız gibi görünüyor.

Tabi eve gelir gelmez yukarı taşıdığım her şeyi kurcalamaya başladım. Bunları içine sığdırabileceğim fotoğraf çantalarına bakarken heyecanım filan gitti, fakat sonradan “eh, bundan sonra insanlardan lens değil çanta isterim artık” diye düşünüp çanta işini ertelemeye karar verdim.

Sonra Duygu’nun bisikletle okuldan eve gelmek üzere olduğunu hatırlayınca “hah” dedim. Zira Alien Bee’lerden bir tanesini gün ışığı gitmeden dışarıda test etmeyi çok istiyordum.

Nihayet eve varıp da kendisini bekleyen şemsiyeyi görünce Duygu bu işten bir kaçış olmadığını anladı.

Bense denemelerim esnasında canımı sıkan birkaç detayı fark ettim.

Benimki de dahil olmak üzere birçok fotoğraf makinesinin senkronizasyon hızı 1/250 saniye. Kapalı mekân çekimlerinde bir sorun yok, fakat yukarıdaki gibi gün ışığı ile başa çıkmaya çalışırken (yukarıda güneşin nerede kaldığını gölgelerden çıkarabilirsiniz), 1/250 çok yavaş kalıyor. Bu yavaşlığın yarattığı ışık fazlalığını dengelemenin tek yolu ise -fotoğraf makinesinin müsaade ettiği minimum ISO da kâr etmediğinde- lensin diyaframını kısmak. Bu durumda da ortaya iki problem çıkıyor. Birincisi, f/8’den sonra birçok lensin keskinliğini yitirmeye başlaması, diğeri de alan derinliğinden ciddi bir taviz vermek zorunda kalınması. Elbette ND filtreler bu derde biraz olsun deva olabilir, fakat iş iki-üç f-stop ile çözülecek gibi değildi. Ben bunları düşünüp içimden “elbet bir çaresini bulacağım” derken ve anlamsız denemeler yaparken Duygu aşağıdaki hale gelmişti tabi:

Bu arada aşağıdaki fotoğraf, -her ne kadar pozlama biraz problemli de olsa- şemsiyenin harikalığını gözler önüne seriyor.

Eğer arkam dönük olsa, bu fotoğrafta gözler önüne serilecek bir şey daha var aslında. O da pantolonumun arkasında yer alan ve eve döndüğümde fark ettiğim tam bir karış boyundaki yırtık. Evet efendim. Bütün gün hastanede poposunda bir karış uzunluğundaki bir yırtık ile gezmiş olduğumu eve geldikten saatler sonra fark ettim. Bu pantolonun haftalar önce yırtıldığını, fakat nedense kendisini atmak yerine bir yerlere sakladığımı pek iyi hatırlıyorum. İşin fenası bunu şimdi hatırlıyorum. Çünkü bu sabah “aa ben bunu çok severim ki, neden giymiyorum acaba artık” derken hiç mi hiç hatırlamıyordum (kendi kendini yırtık pantolonu ile sabote eden doktora öğrencisi utançtan ölmüş şekilde bulundu, soruşturma sürüyor).

Hastanede insanların bana tebessüm ve saygı arası yüz ifadeleri ile baktıklarını hatırlıyorum. Herhalde normal bir insanın o yırtıktan habersiz bir şekilde dolaşmasının imkansızlığından yola çıkarak bu konudaki öz güvenimi hayranlıkla izliyorlardı.

Yani aşağıdaki fotoğrafta bulaşık makinesi pazarlamacısı gibi objektife sırıtmakta olan kişinin üzerindeki pantolonun arkasında aslında bir karış yırtık var. Şu rahatlığına bakıp gel de öz güvene saygı duyma şimdi.

Dakika bir gol bir. Aşağıdaki fotoğrafta da bendenizin yere düşen paraflaşı kaldırmaya çalışışını görebilirsiniz. Gülümsemeden eser yok tabi.

85mm lensi aldığının ikinci günü düşürüp kırabilmiş bir insan olarak şu paraflaşı da ilk günden kırsaydım büyük bir başarıya imza atmış sayılabilirdim (fakat belli ki bu hayat yırtık pantolon ile gezenlere başarıları kolay kolay bahşetmiyor (eh, canı sağ olsun)).

Neyse.

Bundan sonra hemen küçük bir stüdyo kurup ne kadar klişe varsa yapacağım (burada pek kimse umursamaz ama ülkemde davul ve zurnalar eşliğinde karşılanırım yüksek ihtimal).